4 Haziran 2012 Pazartesi

ALLAH RIZASI İÇİN CİDDİ BİR ÇABA

ALLAH RIZASI İÇİN CİDDİ BİR ÇABA

Allah, rızasına uyanları bununla kurtuluş yollarına ulaştırır ve onları Kendi izniyle karanlıklardan nura çıkarır. Onları dosdoğru yola yöneltip-iletir. (Maide Suresi, 16)
Müslümanlarla diğer insanlar arasındaki fark nedir? Bu soruya Müslüman olmayanlardan farklı cevaplar gelebilir. Onlar, Müslümanlarla aralarında kültürel ve ahlaki bazı ayrılıklar olduğunu söyleyebilirler. Müslümanların “dünya görüşü”nün farklı olduğunu, onların bazı “değer”lere inandıklarını, kendilerinin ise bu “değer”leri kabul etmediklerini öne sürebilirler. Müslümanların kendilerinden fikri yönde farklılıklar taşıdıklarını belirtebilirler.
Ama aslında bu söyledikleri, yalnızca temel bir farklılığın sonuçları olarak ortaya çıkmıştır ve yalnızca gözle görülür bazı farklılıklardır. Onlar, Müslümanların gerçekte kendilerinden ne yönde farklı olduklarını çoğunlukla anlayamazlar. (Zaten bu farkı anlamamış oldukları için Müslüman değillerdir.)
Müslümanları diğerlerinden ayıran temel özelliğin ne olduğundan söz etmeden önce bir noktayı hatırlatmakta fayda var: “Müslüman” derken, nüfus cüzdanında “Müslümandır” ibaresi bulunan insanı kastetmiyoruz. Müslüman, Allah’ın, dinine bağlananlara verdiği bir isimdir. Kuran’da tarif edilen Müslümanları diğer insanlardan ayıran temel fark, bu insanların Allah’ın sonsuz kudretinin farkında olmalarıdır. Allah’ın sonsuz kudretinin farkında olmak ise, yalnızca, bir Yaratıcı’nın var olduğunu tasdik etmek demek değildir. Allah Kuran’da bu gerçeğe şöyle dikkat çekmektedir:
De ki: “Göklerden ve yerden sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözlere malik olan kimdir? Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve işleri evirip-çeviren kimdir?” Onlar: “Allah” diyeceklerdir. Öyleyse de ki: “Peki siz yine de korkup-sakınmayacak mısınız? İşte bu, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah’tır. Öyleyse haktan sonra sapıklıktan başka ne var? Peki, nasıl hala çevriliyorsunuz?” (Yunus Suresi, 31-32)

Ayette soru sorulan kişi, Allah’ın varlığını tasdik eden ve O’nun sıfatlarını kabul eden, ama tüm bunlara rağmen, “Allah’tan korkup-sakınma” özelliğinden yoksun olan ve Allah’tan yüz çevirmiş biridir. (Zaten şeytan da Allah’ın varlığını tasdik etmiyor değildir.)
Allah’ın büyüklüğünü kavramak bunu sözle tasdik etmekten ibaret değildir. Müslümanlar Allah’ın varlığının ve büyüklüğünün farkına varan, O’ndan “korkup-sakınan” ve hayatlarını farkına vardıkları bu büyük gerçeğe göre düzenleyen insanlardır.
Diğerleri ise, ya Allah’ı inkar edenler, ya da Allah’ın varlığını üstteki ayette tarif edilen kişininkine benzer bir tarzda tasdik etmesine rağmen Allah’tan “korkup-sakınmayanlar”dır.
Bu özellikteki insanların yaşamları, kendilerini yaratmış olan Allah’ın farkında olmadan geçirilen yaşamlardır. Bunlar hayatlarının, kim tarafından, nasıl ve neden başlatıldığını göz ardı ederler. Kendi zihinlerinde, Allah’a ve O’nun dinine yer olmayan yeni bir hayat kurmaya çalışırlar. Kuran’da ise, böyle bir yaşamın boş ve çürük bir temele dayandığını, yıkımla bitmeye mahkum olduğunu Rabbimiz şu hikmetli benzetmeyle anlatır:
Binasının temelini, Allah korkusu ve hoşnutluğu üzerine kuran kimse mi hayırlıdır, yoksa binasının temelini göçecek bir yarın kenarına kurup onunla birlikte kendisi de cehennem ateşi içine yuvarlanan kimse mi? Allah, zulmeden bir topluluğa hidayet vermez. (Tevbe Suresi, 109)
Allah’ın ayette de haber verdiği gibi, Kuran’da tarif edilen şekilde bir imana sahip olmayanların yaşamları, “yıkılacak yar”ların kenarlarına kuruludur. Onların hayattaki tek amaçları “bu dünya”da mutluluğu ve rahatlığı elde etmektir. Bu insanların kimi, kendine “zengin olmak” gibi bir hedef belirler. Bu hedefine ulaşmak için elinden geleni yapacak, tüm fiziki ve beyinsel gücünü zengin olmak için kullanacaktır. Kimisi de hayattaki amacını “itibar sahibi ve ünlü bir insan olmak” olarak saptar. Bunu elde etmek için de elinden gelen herşeyi yapar. Her türlü zorluğa katlanır, çeşitli fedakarlıklarda bulunur. Ama bunların hepsi, ölümle birlikte yok olacak olan, yalnızca dünya hayatına hedeflerdir. Hatta birçoğu henüz hayattayken de kaybedilebilir.
Oysa mümin, Allah’ın varlığının ve gücünün farkındadır. Allah’ın onu niçin yarattığını ve ondan neler istediğini bilir. Bu nedenle de dünyadaki asıl amacı Allah’ın razı olduğu bir kul olmak için çalışmaktır. Kendisini amacına ulaştıracak her yolu dener, bunun için ciddi bir çaba gösterir. Bu sayede -diğer insanlar için kesin bir yıkımdan başka bir şey olamayan- ölümün de sırrını çözer: Ölüm bir yok oluş değil, asıl hayata geçiş aşamasıdır.
Müslüman olmayanlar, hayatlarının tesadüfen ve “kendi kendine” oluştuğunu sandıkları gibi, hayatlarını bitiren ölümün de “kendi kendine” oluşan bir “kaza” olduğunu düşünürler. Oysa hayatı yaratan da ölümü yaratan da Allah’tır. Bir tesadüf ya da kaza olmayan ölüm, Allah’ın özel olarak yarattığı, zamanı ve yeri belirlenmiş bir olaydır.
İşte mümin de, Allah’ın herşeye hakim olduğunu bilen ve ölümün bir son değil, asıl hayata (ahiret) geçiş aşaması olduğunu kavrayan insandır. Bu gerçeklerin farkındayken de, elbette diğerleri gibi hayatını “yıkılacak bir yarın kenarına” kurmaz. Hayatın, ölümün ve ölüm-sonrası gerçek hayatın asıl sahibinin kim olduğunu ve kendisini kimin yarattığını bildiği için, Allah’a yönelir. Paranın, makam ve mevkinin, fiziki güzelliğin Allah’ın yarattığı ve yaratılmakta olan bu sistem içinde asıl kurtuluş yolu olmadığını görür. Bunlar ancak, Allah’ın koyduğu kurallar sayesinde kısa bir süre işleyecek olan “sebep”lerdir.
Allah’ın yaratmış olduğu sistemin anahtarı ise Allah’ın rızasıdır. Çünkü Allah sadece rızasına uyanları doğru yola iletecektir:
Allah, rızasına uyanları bununla Kuran’la kurtuluş yollarına ulaştırır ve onları Kendi izniyle karanlıklardan nura çıkarır. Onları dosdoğru yola yöneltip-iletir. (Maide Suresi, 16)
Müslüman, Allah’ın rızasını aradığı için Müslümandır. İşte Müslümanı, diğerlerinden ayıran en önemli fark buradadır. Müslümanlar, dini Allah’ın rızasını kazanmak için izlenecek bir yol olarak görürken, birçokları için din, birtakım inançları içeren kurallar bütünüdür ve hayatlarında önemli bir yeri yoktur.
Zaten gerçek Müslümanlarla, Müslüman taklidi yapan ikiyüzlüler (münafıklar) arasındaki ayrım da burada ortaya çıkar. Müslümanlar, dini Allah’ın rızasını kazanmak için izlenecek bir yol olarak kabul ederken, münafıklar bunu kendi çıkar ve isteklerini tatmin etmeye yarayacak bir araç olarak görürler. Müslümanlar namazı “huşu” (Allah’a karşı saygı dolu bir korku) içinde kılarken (Müminun Suresi, 1-2), münafıkların bunu insanlara “gösteriş” olsun diye (Maun Suresi, 6) yapmaları da bundandır. Aynı şekilde münafıklar, Allah yolunda yapılan harcamayı (infak) da gerçekte Allah rızası için değil, yine insanlara gösteriş olsun diye yaparlar:
Ey iman edenler, Allah’a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını infak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın. Böylesinin durumu, üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer; üzerine sağnak bir yağmur düştü mü, onu çırılçıplak bırakıverir. Onlar kazandıklarından hiçbir şeye güç yetiremez (elde edemez)ler. Allah, kafirler topluluğuna hidayet vermez. (Bakara Suresi, 264)
Çoğu insan kendisine tek hedef olarak belirlediği dünya nimetlerini elde etmek için çok büyük bir çaba gösterir. Zengin olmak, statü kazanmak ya da başka menfaatler için elinden gelen herşeyi yapar. Çok kısa süre içinde tümüyle elinden gidecek olan “az bir değer” (Tevbe Suresi, 9) uğruna büyük bir yarış içine girer.
Onlarınkinden çok daha büyük bir karşılığa, Allah’ın rızasına ve cennetine talip olan mümin de bu hedefleri için ciddi bir çaba gösterir. Allah, Kuran’da, müminin bu özelliğini şöyle tarif eder:
Kim çarçabuk olanı (geçici dünya arzularını) isterse, orada istediğimiz kimseye dilediğimizi çabuklaştırırız, sonra ona cehennemi (yurt) kılarız; ona, kınanmış ve kovulmuş olarak gider. Kim de ahireti ister ve bir mümin olarak ciddi bir çaba göstererek ona çalışırsa, işte böylelerinin çabası şükre şayandır. (İsra Suresi, 18-19)
Mümin Allah rızası ve ahiret için “ciddi bir çaba gösterek” çalışır. Malını ve canını Allah için “satmıştır”. Rabbimiz Kuran’da müminlerin bu özelliğini de şöyle anlatır:
Hiç şüphesiz Allah, müminlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat’ta, İncil’de ve Kuran’da O’nun üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allah’tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte ‘büyük kurtuluş ve mutluluk’ budur. (Tevbe Suresi, 111)
Allah’a “malını ve canını satmış” olan bir insan, Allah rızası için karşılaşacağı hiçbir zorluktan etkilenmeyecektir. Allah rızası dışında hiçbir şeye yönelmeyecektir. Bedeni ve sahip olduğu mallar “onun” değildir ki, bunlar konusunda kendi nefsinin bencil tutkularına uysun. Bedeninin ve sahip olduğu herşeyin sahibi Allah’tır, tüm bunları O’nun istediği şekilde kullanacaktır.
Bunların yanı sıra göstereceği çabanın gerçekten ciddi olup olmadığı da denenecektir. Allah yolunda hiçbir şeyden çekinmemelidir. Çünkü münafıklar da, eğer kendileri için “yakın bir yarar” görürlerse, görünüşte Allah rızasına uygun bir işe -Allah’ın rızasını değil de, bu “yakın yarar”ı elde edebilmek için- girişebilirler:
Eğer yakın bir yarar ve orta bir sefer olsaydı, onlar (münafıklar) mutlaka seni izlerlerdi. Ama zorluk onlara uzak geldi. “Eğer güç yetirseydik muhakkak seninle birlikte çıkardık.” diye sana Allah adına yemin edecekler. Kendi nefislerini helaka sürüklüyorlar. Allah onların gerçekten yalan söylediklerini biliyor. (Tevbe Suresi, 42)
Dolayısıyla mümin olmanın ölçüsü, Allah rızasına karşı içli bir istek duymak ve gerektiğinde bu yolda fedakarlık göstermekten kaçınmamaktır. Müminler, “katıksızca (ahiretteki asıl) yurdu düşünüp anan ihlas sahipleri”dirler. (Sad Suresi, 46) Mümin, Allah’ın rızasının yanında başka çıkarlar gözetmez. Allah’tan, rızasını, rahmetini ve cennetini umar, çünkü “Erkek olsun, kadın olsun inanmış olarak kim salih bir amelde bulunursa, onlar cennete girecek ve onlar, bir ‘çekirdeğin sırtındaki tomurcuk kadar’ bile haksızlığa uğramayacaklardır.” (Nisa Suresi, 124)
Görüldüğü gibi Allah’ın Kuran’da tarif ettiği mümin modeli son derece açık ve nettir. Allah’a ve ahirete “kesin bir bilgiyle” (Lokman Suresi, 4) iman edip, sonra da Allah yolunda “ciddi bir çaba” gösterenlerin yurdudur cennet. Allah’a ancak “bir ucundan ibadet” edip, Allah’ın rızasının yanında kendi basit dünyevi çıkarlarını korumaya çalışanların durumunu ise, Rabbimiz Kuran’da şöyle açıklamaktadır:
İnsanlardan kimi, Allah’a bir ucundan ibadet eder, eğer kendisine bir hayır dokunursa, bununla tatmin bulur ve eğer kendisine bir fitne isabet edecek olursa yüzü üstü dönüverir. O, dünyayı kaybetmiştir, ahireti de. İşte bu, apaçık bir kayıptır. (Hac Suresi, 11)
Müminin asıl hedefi ahirettir. Allah mümine ahirette sonsuz güzel bir yaşam vaat etmektedir. Rabbimiz mümin kullarına dünyada da güzel bir hayat vereceğini vaat etmiştir; ama bu onun dünyada hiç zorluk ve sıkıntıyla karşılaşmayacağı anlamına gelmez. Karşılaşacağı zorluk ve sıkıntılar ise, onun denenmesi ve olgunlaşması içindir.
Müminin karşılaşacağı zorluklar, aslında dışarıdan zor gibi görünen, fakat tam bir teslimiyetle içine girildiğinde, Allah’ın her türlü zorluğu kaldırdığı olaylardır. Örneğin, Hz. İbrahim imanından dolayı ateşe atılmak istendiğinde Müslümanca karşılık vermiş, inancından ve Allah’ın emirlerinden hiçbir taviz vermeyerek ateşe atılmayı göze almıştır. Ateşe atılmak, dışarıdan bakan biri için bir insanın dünyada başına gelebilecek en büyük fiziksel işkencedir. Fakat Allah’ın bu denemesini en güzel, en teslimiyetli bir biçimde karşılayan Hz. İbrahim, dışarıdan zorlu görünen bu olaydan Allah’ın yardımıyla hiçbir zarar görmeden kurtulmuştur:
(İbrahim) Dedi ki: “O halde, Allah’ı bırakıp da sizlere yararı olmayan ve zararı dokunmayan şeylere mi tapıyorsunuz?” “Yuh size ve Allah’tan başka taptıklarınıza. Siz yine de akıllanmayacak mısınız?” Dediler ki: “Eğer (bir şey) yapacaksanız, onu yakın ve ilahlarınıza yardımda bulunun.” Biz de dedik ki: “Ey ateş, İbrahim’e karşı soğuk ve esenlik ol.” Ona bir düzen (tuzak) kurmak istediler, fakat Biz onları daha çok hüsrana uğrayanlar kıldık. (Enbiya Suresi, 66-70)
Nitekim Allah Kendi rızası için sahip oldukları herşeyi ortaya koyanların hiçbir zarar görmeden, maddi ve manevi kazançlarla geri döndüklerini ayetlerinde şöyle haber verir:
Onlar, kendilerine insanlar: “Size karşı insanlar topla(n)dılar, artık onlardan korkun” dedikleri halde imanları artanlar ve: “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir” diyenlerdir. Bundan dolayı, kendilerine hiçbir kötülük dokunmadan bir bolluk (fazl) ve Allah’tan bir nimetle geri döndüler. Onlar, Allah’ın rızasına uydular. Allah, büyük fazl (ve ihsan) sahibidir. İşte bu şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Siz onlardan korkmayın, eğer mü’minlerseniz, Benden korkun. Küfürde ‘büyük çaba harcayanlar’ seni üzmesin. Çünkü onlar, Allah’a hiçbir şeyle zarar veremezler. Allah, onları ahirette pay sahibi kılmamayı ister. Onlar için büyük bir azab vardır. Onlar, imana karşılık küfrü satın alanlardır. Onlar, Allah’a hiçbir şeyle zarar veremezler. Onlar için acıklı bir azab vardır. (Al-i İmran Suresi, 173-177)
Sonuçta Allah’ın rızasını arayan ve gözeten bir mümin için hiçbir sıkıntı, zorluk ve üzüntü yoktur. Yalnızca, Allah’ın dünyada bir imtihan olarak yarattığı ve müminin tevekkül, sabır ve teslimiyetini denediği olaylar vardır. Bunlar, dışarıdan bakıldığında sıkıntı ve zorluk gibi görünen, içine girildiğinde ise Allah’ın kesin bir rahmetiyle karşılaşılan olaylardır.
Ayrıca Allah Kuran’da, mümin kullarına kaldırabileceklerinden fazla yük yüklemeyeceğini de bildirmiştir:
Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden başkasını yüklemez… (Bakara Suresi, 286)
Allah Kendisi’ne gereği gibi kulluk eden bir mümin için ne dünyada ne de ahirette hiçbir azap dilememiştir. Tam tersine her iki hayatta da güzellik onlarındır:
(Allah’tan) Sakınanlara: “Rabbiniz ne indirdi?” dendiğinde, “Hayır” dediler. Bu dünyada güzel davranışlarda bulunanlara güzellik vardır; ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir. Adn cennetleri; ona girerler, onun altından ırmaklar akar, içinde onların her diledikleri şey vardır. İşte Allah, takva sahiplerini böyle ödüllendirir. (Nahl Suresi, 30-31)
Allah rızasını gözetmede zaaf gösteren, Allah’a tam bir teslimiyet göstermeyen, nefsini daha ön planda tutan kimselerin başına ise, bu tür hatalı davranışlarından ötürü, Allah’ın bir uyarısı olarak azap, zorluk ve sıkıntı gelir. Müminler hata yaptıklarında, Allah’tan bir nevi “şefkat tokadı” şeklinde kendilerine gelen bu uyarılardan ders alıp, tevbe eder ve davranışlarını düzeltirler. İnkarcılar ise, dünyada yaşadıkları süre boyunca Allah’ın kendilerini uğrattığı zorluk ve sıkıntılardan, belalardan ibret almaz ve ahiretteki büyük sonsuz azabı hak edecek bir duruma gelirler.

EN ÖNEMLİ İBADETLERDEN BİRİ; TEBLİĞ

EN ÖNEMLİ İBADETLERDEN BİRİ; TEBLİĞ

Allah Kuran’da iman edenlerin en önemli ibadetlerinden birinin tebliğ, yani Kuran’da bildirilen gerçekleri insanlara anlatmak ve iman etmeye davet etmek, olduğunu bildirir. Öyle ki bu ibadet hayatın her alanını kapsar. Mümin, sözleriyle, haliyle, tavrıyla yaşamının her anında Allah’ın dinini diğer insanlara yaymakla ve İslam’ı temsil etmekle yükümlüdür.
Müminlerin birbirleri arasındaki konuşmalar da gerçekte karşılıklı birer tebliğdir. Onlar da birbirlerini Kuran’da bildirilen hükümlere uymaya, Kuran’da tarif edilen ahlakı üzerlerinde göstermeye davet ederler. Kısacası, müminin genel üslubu, tebliğdir.
De ki: “Hak geldi, batıl yok oldu. Hiç şüphesiz batıl yok olucudur.” (İsra Suresi, 81)
TEBLİĞ YAPAN MÜMİNİN KENDİNİ TANITMASI
Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. (Şuara Suresi, 107)
Cahiliye toplumlarında, insanlar birbirileri ile yalnızca bir menfaat gereği ilişkiye girerler. Bir insanın bir diğerine ilgi göstermesinin ardında, mutlaka bir menfaat beklentisi vardır. Bu durum doğal olarak cahiliye toplumunun çoğu üyesi tarafından da bilinir. Bu kişiler, bu yerleşik durumun doğal bir sonucu olarak da, kendilerine ilgi gösteren herkes hakkında, “acaba ne gibi bir menfaat gözetiyor” şeklinde düşünürler. Eğer birisi oturup kendilerine yeni bir “dünya görüşü” de aktarsa, yine bu refleks değişmez. Hep, “bana bunu anlatmakla ne gibi bir çıkar gözetiyor” sorusu akıllarının bir köşesinde durur.
Oysa müminin, tebliğ yapmak, yani Allah’ın dinini duyurup yaymaktaki tek amacı, Allah’ın kendisine farz kıldığı bir ibadeti yerine getirmektir. Bu hareketi ile sadece Allah’ı razı edebilmeyi, O’nun merhamet ve şefkatine mazhar olabilmeyi hedeflemektedir. Bu nedenle de konuştuğu kişiden hiçbir menfaat beklentisi olmaz. Konuştuğu kişi dini kabul ettiği zaman, ondan kendisi için bir şey yapmasını isteyecek değildir. Çünkü anlattıkları kendi şahsi fikirleri değil, kainatı yoktan var eden Allah’ın dinidir.
Ancak cahiliyedeki insanlar, bu durumdan habersizdirler. Karşılaştıkları insanın bir mümin olduğunun çoğu kez farkında değildirler. Farkında olsalar dahi, müminin menfaat beklememe gibi bir özelliği olduğunu bilemezler. Bu yüzden, bir mümin tebliğ maksadı ile kendilerine yaklaştığında, kendisine Allah’ın dinini anlatmaya kalktığında, büyük olasılıkla “bu kişi bana bunları anlatmakla ne hedefliyor, benden ne gibi bir menfaat umuyor” gibi düşüncelere kapılacaktır.
Bu yüzden, takdir edilir ki, karşı tarafın kafasındaki bu şüpheleri gidermek, tebliğdeki en öncelikli konulardan biridir. Konuşulan kişiye, ortada hiçbir menfaat ilişkisinin olmadığı, tebliğdeki yegane maksadın Allah’ın rızası olduğu anlatılmalıdır.
Nitekim Resuller de tebliğlerinde bu şekilde bir yöntem izlemişlerdir. Kuran’da Peygamberlerin kavimlerine yaptıkları hitaplara baktığımızda, kavimlerine öncelikli olarak güvenilirliklerini vurguladıklarını görebiliriz. Örneğin, Ad kavmine gönderilen Hz. Hud, şöyle demiştir:

…Ey kavmim, Allah’a ibadet edin, sizin O’ndan başka ilahınız yoktur. Siz yalan olarak (tanrılar) düzenlerden başkası değilsiniz.
Ey kavmim, ben bunun karşılığında sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim, beni yaratandan başkasına ait değildir. Akıl erdirmeyecek misiniz? (Hud Suresi, 50-51)


Hz. Nuh ise, kendisine ”… Biz sizi yalancılar sanıyoruz…” (Hud Suresi, 27) diyen kavmine karşı şöyle seslenmiştir:

Dedi ki: “Ey Kavmim, görüşünüz nedir söyleyin? Eğer ben Rabbimden apaçık bir belge üzerinde isem ve Rabbim bana kendi katından bir rahmet vermiş de (bu,) sizin gözlerinizden saklı tutulmuşsa? Siz bunu istemiyorken biz sizi buna zorlayacak mıyız? Ey Kavmim, ben sizden buna karşılık bir mal istemiyorum. Benim ecrim, yalnızca Allah’a aittir…” (Hud Suresi, 28-29)

Kendisine tebliğ yapılan kişinin tedirginliği, söz konusu menfaat kuşkusundan daha farklı biçimlerde de gerçekleşebilir. Cahiliye toplumunda “zararlı” ve “tehlikeli” insanlarla karşılaşmaya, bunlara karşı mesafeli ve temkinli davranmaya alışmıştır. Bu nedenle, bu refleksin bir sonucu olarak belki müminlerden de çekinebilir. Kendisine zarar verecek insanlarla karşılaştığı gibi yersiz ve saçma bir kuruntuya kapılabilir. Özellikle de, müminlerin inkarcıların önde gelenlerine karşı yürüttükleri fikri mücadeleden bir rahatsızlık duyup, savunma psikolojisine kapılabilir.
Bu durumda da karşı tarafa güvenilirliğin vurgulanması ve sahip olduğu muhtemel ya da görünür korkuların tek tek aşılması gerekmektedir. Eğer kendisine dinin anlatıldığı kişi, müminlerin inkarcıların önde gelenlerine karşı yürüttükleri fikri mücadeleden bir tedirginlik duymuşsa, öncelikli olarak yapılanların Kuran ayetlerine dayalı olan mantığı en iyi şekilde açıklanmalıdır. Müminlerin yalnızca Allah’ın dinine düşmanlık gösteren, Kuran ayetlerine karşı mücadele yürüten ve yeryüzünde bozgunculuk çıkaran kişilere karşı fikri bir mücadele yürüttükleri ve tüm insanlara karşı adalet, hoşgörü ve saygı çerçevesi içinde dostça yaklaştıkları anlatılmalıdır.
Tebliğ yapılan kişi, inkarcıların önde gelenlerinin iman edenler aleyhinde ürettikleri çirkin iftiralardan da etkilenmiş olabilir. Eğer bundan kaynaklanan bir tedirginlik taşıdığı gözlemlenirse, aynı şekilde bu iftiraların da içyüzü kendisine izah edilmeli, gerçeklerle hiçbir ilgisi olmadığı samimiyetle anlatılmalıdır. Kuran’da tarih boyunca tüm elçilere ve salih müminlere atılan iftiralarla ilgili ayetler delil olarak gösterilerek, bu karalamaların gerçekte birer “mümin alameti” olduğu tarif edilmelidir.
Ancak unutulmamalıdır ki, sözle yapılacak olan tüm bu açıklamaları etkili kılacak olan asıl faktör, müminin “hali”dir. Güven vermek, herşeyden önce tavırlarla, bakışlarla, mimiklerle, jestlerle, daha da doğrusu, tüm bu dış etkileri ortaya çıkaran ruh hali ile mümkün olur. Mümin, Allah’ın dinini yaşamadaki kararlılığı, ihlası, samimiyeti ve güçlü imanı oranında karşı tarafı etkileyebilir. Kesin bir kararlılığa, asla sarsılmayacak bir sebat ve azme sahip olduğu sürece, karşı tarafın ısrarlı şüpheleri ya da cahiliye sisteminin attığı büyük iftiralar, onda hiçbir olumsuz etki meydana getirmez. Böyle olunca da, güvenilirlik onun karakterinin sağlam bir parçası haline gelir ve tüm tavırlarına yansır.
Bu durum, en açık olarak Allah’ın dinini anlatmakla görevlendirdiği elçilerinde gözükmektedir. Örneğin Hz. Yusuf, “yüz kızartıcı” bir fiille, yani zina iftirasıyla suçlanarak haksız yere zindana atılmasına karşın, Allah’a olan teslimiyetinden ve dolayısıyla vakar ve asaletinden hiçbir şey kaybetmemiştir. Onun bu vasfı da zindandaki diğer mahkumlar tarafından hemen fark edilmiştir. Kuran’da anlatıldığına göre, zindana atıldıktan sonra kendisine iki kişi yaklaşmış, ona gördükleri rüyaları anlatmış ve bunların yorumunu sormuşlardır. Zina gibi bir suçla suçlanarak zindana girmiş olan Hz. Yusuf’ta böyle bir “hikmet” olduğunu hissetmelerinin tek sebebi ise, Hz. Yusuf’un hal ve tavrındaki güvenilirliktir. Rüyalarının yorumunu sorarken şöyle derler: “…Bunun yorumundan bize haber ver. Doğrusu biz seni, iyilik yapanlardan görmekteyiz.” (Yusuf Suresi, 36)
Müminin böylesine vakarlı ve güvenilir bir karaktere sahip olmasındaki en büyük etkenlerden biri de, tebliği yalnızca bir ibadet olarak görmesi ve karşı tarafı inandırmak gibi bir sorumluluğa sahip olmadığını bilmesidir. Çünkü bir insanın iman edip etmemesi, “Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü İslam’a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar…” (En’am Suresi, 125)ayetinin sırrıyla ancak Allah’ın dilemesiyle olur.

Ve “…şüphesiz, insanların çoğu fasıklardır” (Maide Suresi, 49) hükmüne göre de, insanların önemli bir bölümünün iman etmemesi son derece doğaldır. Bu durumda, tebliğ yaptığı bir insanın iman etmemesi, mümini hiçbir şekilde etkilememelidir. Mümin, yalnızca kendi görevini yerine getirip dini tebliğ etmekle ve insanları iman etmeye davet etmekle yükümlüdür. Bir insana hidayet vermek ise ancak Allah’a mahsustur. Bu sırrı bilen mümin, hiçbir zaman karşı tarafı ikna edebilmek için gereksiz bir ısrarcılığa girmez. Tüm bunların yanında, tebliğin asıl olarak kendisiyle konuşulan kişiye yararlı olduğunun hatırlatılması da son derece önemlidir. Kendilerine tebliğ yapılan bazı kişiler, cahillikleri nedeniyle, tebliğe olumlu cevap verip dine tabi olduklarında, büyük bir “lütuf”ta bulunacaklarını sanırlar. Müminlerin kendisiyle ilgilenişini de, sahip olduğunu düşündüğü “üstün” özelliklerine bağlar ve iman ettiğinde kendisine tebliğ yapanlara büyük bir “iyilik” yapmış olacağını düşünür. Bu ilkel mantık, konuşulan kişinin cehaletinin ve akılsızlığının bir sonucudur. Kuran’da da bu konuya dikkat çekilir:
Müslüman oldular diye sana minnet etmektedirler. De ki: ”Müslümanlığınızı bana karşı minnet (konusu) etmeyin. Tam tersine, sizi imana yönelttiği için Allah size minnet etmektedir. Eğer doğru sözlüler iseniz (bunu böyle kabullenmeniz gerekir.)” (Hucurat Suresi, 17)
Bir kişinin iman etmesi sadece kendisine fayda sağlar. Ve insanın öncelikle bilmesi gereken şey iman etmeye sadece ve sadece kendisinin ihtiyacı olduğudur. Allah her türlü eksikliklerden münezzehtir ve hiç kimsenin iman etmesine ihtiyacı olmayandır. Ama herkes imana ve Allah’ın rızasını kazanmaya muhtaçtır. Konuşulan kişiye bu gerçek anlatılmalı ve müslüman olmakla dine büyük bir kazanç sağlayacağını düşünüp kendisini çok “kıymetli” bir kişi olarak görmesinin ne kadar çocukca ve akılsız bir düşünce olduğu tarif edilmelidir. Bilmelidir ki, kendisiyle övünmesi çok büyük bir hatadır. Çünkü içinde yaşadığı cahiliye hayatı nedeniyle, “ateş çukuru”nun kenarındadır. Onu oradan alıp ebedi bir kurtuluşa götürebilecek olan yegane çıkış yolu ise İslam’dır. Bu nedenle ona yapılan bu davet gerçekte çok büyük bir nimet, çok büyük bir lütuftur.
Müminlerin kendisiyle ilgilenmesi, tebliğ yapılan bir kişi için başlı başına bir şereftir. Bu ona fark ettirilmeli, İslam’la tanışmasının Allah’ın kendisine bahşettiği bir lütuf olduğu anlatılmalıdır. Müminlerin kendisiyle boşuna ve beyhude ilgilenmediklerini, Allah’ın dinini tebliğ eden ve kendisini bir taraftan ebedi kurtuluşa çağırırken diğer yandan da ebedi cehennem azabı ile uyaran birer görevli olduklarını anlamalıdır.
Cahiliye toplumunun baştan beri saydığımız içgüdü ve reflekslerinden kaynaklanan engeller aşılır da, kendisine tebliğ yapılan kişi karşısındaki mümine saygı ve güven besler hale gelirse, artık “asıl konu”ya, yani Allah’ın Kuran’da bildirdiği gerçekler anlatılmaya, geçilebilir. Çünkü tüm bu güven kazandırıcı hazırlıklar, sonuçta karşı tarafı dini anlamaya açık hale getirmek içindir.
ALLAH’IN TANITILMASI
Semud (halkına da) kardeşleri Salih’i (gönderdik). Dedi ki: “Ey kavmim, Allah’a ibadet edin, sizin O’ndan başka ilahınız yoktur. O sizi yerden (topraktan) yarattı ve onda ömür geçirenler kıldı. Öyleyse O’ndan bağışlanma dileyin, sonra O’na tevbe edin. Şüphesiz benim Rabbim, yakın olandır (duaları), kabul edendir.” (Hud Suresi, 61)
Cahiliye toplumundaki Allah inancı, Kuran’daki aslıyla hiçbir biçimde uyuşmaz. Cahiliye, kendi ilkel anlayışlarına uygun şekilde, çarpık, masalsı ve “mitolojik” bir Allah inancı geliştirmiştir. Allah’ın, evreni ve insanları bir kez yarattıktan sonra onları kendi haline bıraktığını, uzayın bir köşesinde “oturduğunu” –Allah’ı tenzih ederiz- düşünürler. Kafalarında oluşturdukları Allah tasviri -haşa- gökte bir yerlerde, belki bir yıldızın arkasında oturan ve uzaktan insanları seyreden yaşlı bir insan gibidir. Geliştirdikleri bu sapkın ve ilkel inanç, Allah’ı unutmalarına ve O’nu kendi küçük akılları içinde “önemsiz” bir varlık gibi görmelerine neden olmuştur.
Nitekim Resul Şuayb da kavminin bu sapkın inanışına dikkat çekerek “…Ey kavmim, sizce benim yakın-çevrem, Allah’tan daha mı üstündür ki, O’nu arkanızda-unutuluvermiş (önemsiz) bir şey edindiniz…” der ve Allah’ın gerçek vasfını şöyle açıklar; “… şüphesiz benim Rabbim, yapmakta olduklarınızı sarıp-kuşatandır.” (Hud Suresi, 92)
Allah, bu kişilerin dilinde; “Allah korusun”, “İnşallah”, “Allah vermesin” gibi kelime kalıplarının içinde arada sırada zikredilen, ama hakkında hemen hiçbir zaman düşünülmeyen soyut bir kavram gibidir.  Allah’ın varlığını ve gücünü belki sözle kabul ederler, ama gerçekte buna samimi olarak inanmamaktadırlar. Bu durum, Allah için bir şeyler yapmaları, bir fedakarlıkta bulunmaları gerektiğinde hemen ortaya çıkar. Bir sıkıntı anında ya da herhangi bir menfaat kaybına uğrayacaklarını anladıkları anda hemen inkarcılarla birlik olup, samimiyetsizliklerini gösterirler.Cahiliye toplumunun büyük bir bölümü ise açıkça Allah’ın varlığını inkar eder, Kuran ayetlerine karşı mücadele yürütürler. Kimileri, materyalist felsefe ya da Evrim teorisi gibi sözde dayanaklar bularak, bu inkarlarını ideolojik bir zemine oturtur. Kendilerine “modern, aydın, çağdaş, bilimsel, entelektüel” gibi insanları etkileyebilecek sıfatlarla tanıtan ve Allah’ı inkar etmekle “şahsiyet” kazandığı sanan bu zavallılar, gerçekte en açık hakikat olan Allah’ın varlığını görüp kavrayamayacak kadar beyinsizdirler.
Cahiliye toplumu içindeki bu iki ayrı gruba yapılacak tebliğ, aslında aynıdır. Her ikisine de Allah’ın varlığının delilleri anlatılacak ve batıl inançlarla örülmüş düşüncelerinin gerçekleri görebilecek hale gelebilmesi için uğraşılacaktır. Ancak inkarlarını ideolojik bir zemine oturtmuş olanlar için, öncelikle bu ideolojilerinin dayanaklarının çürütülmesi gerekmektedir. Örneğin körü körüne ve cahilane bir biçimde inandıkları Evrim teorisi, kendi içindeki çelişki ve açmazlar ortaya konarak yıkılabilir. Kişi, inandığı sistemin gerçekte sefil bir aldatmaca olduğunu görmelidir.
Bu noktadan sonra yapılması gekeren iş, her iki grup içinde aynıdır. Cahiliye sisteminin batıl fikirleri ile düşünme yeteneklerini kaybetmiş, muhakemeleri yok edilmiş, akılları boğulmuş olan bu insanlar, belki de hayatlarında ilk kez Kuran’ın kast ettiği anlamda düşünmeye davet edileceklerdir. Yıllardır yedikleri meyvanın, içtikleri suyun, soludukları havanın nasıl olup da var olduğu konusunda kafa yormaya zorlanacaklardır. Sahip oldukları bedenin, gözlerinin, kulaklarının, kalplerinin nasıl var olduğu, bunları kimin yarattığı hakkında düşünmeye teşvik edileceklerdir. Zaten Kuran’da, insana düşünmesi için yol gösterilir ve neleri düşünmesi gerektiği de sık sık vurgulanır. Örneğin Vakıa Suresi’nde, insana şöyle seslenilir:
Şimdi (rahimlere) dökmekte olduğunuz meniyi gördünüz mü?
Onu sizler mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratıcı Biz miyiz?
Sizin aranızda ölümü takdir eden Biziz ve Bizim önümüze geçilmiş değildir;
(Yerinize) Benzerlerinizi getirip-değiştirme ve sizi şimdi bilemeyeceğiniz bir şekilde-inşa etme konusunda.
Andolsun, ilk inşa (yaratma)yı bildiniz; ama öğüt alıp-düşünmeniz gerekmez mi?
Şimdi ekmekte olduğunuz (tohum)u gördünüz mü?
Onu sizler mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren Biz miyiz?
Eğer dilemiş olsaydık, gerçekten onu bir ot kırıntısı kılardık; böylelikle şaşar-kalırdınız.
(Şöyle de sızlanırdınız:) “Doğrusu biz, ağır bir borç altına girip-zorlandık.”
“Hayır, biz büsbütün yoksun bırakıldık.”
Şimdi siz, içmekte olduğunuz suyu gördünüz mü?
Onu sizler mi buluttan indiriyorsunuz, yoksa indiren Biz miyiz?
Eğer dilemiş olsaydık onu tuzlu kılardık; şükretmeniz gerekmez mi?
Şimdi yakmakta olduğunuz ateşi gördünüz mü?
Onun ağacını sizler mi inşa ettiniz (yarattınız), yoksa onu inşa eden Biz miyiz?
Biz onu hem bir öğüt ve hatırlatma (konusu), hem ihtiyacı olanlara bir meta kıldık.
Şu halde büyük Rabbini ismiyle tesbih et. (Vakıa Suresi, 58-74)

Tebliğ yapılacak kişi ilk önce şu mantık üzerinde düşünmeye başlamalıdır: Düzen ya da estetik sahibi olan hiçbir şey, tesadüfen ya da kendi kendine oluşamaz. Eğer bir yerde bir düzen, bir denge, bir tasarım ve estetiğe sahip bir ürün varsa, bu mutlaka akıl sahibi bir varlık tarafından düzenlenmiş ve meydana getirilmiş demektir. Bir kağıdın üzerine çizilmiş düzgün bir geometrik şekil ya da tek bir düzgün harf gören insan, bunların akıl sahibi bir insan tarafından o kağıdın üzerine kondurulduğuna emindir. Çok büyük bir hesap ve denge üzerine kurulu olan evren de kuşkusuz üstün akıl sahibi bir Yaratıcı tarafından yaratılmıştır. O yaratıcı herşeyin sahibi Allah’tır.
Dolayısıyla, gözümüzle gördüğümüz, kulağımızla duyduğumuz ya da hissettiğimiz herşey, bizlere yerlerin ve göklerin sahibi olan Yaratıcı’yı, yani Allah’ı tanıtmaktadır. Zaten yaratılış amaçları da budur. Allah, üzerlerinde kendi sıfatlarını tecelli ettirmek için eşyayı varetmiştir. İnsanın kainatı saran kusursuzluk, sonsuz güzellikler üzerinde detaylı olarak düşünmesi bu apaçık gerçeği fark etmesi için yeterlidir. Çünkü çevresini saran yaratılış gerçekleri, bu ihtişamlı düzenin bir sahibi olduğunu açıkça göstermektedir.
Tebliğ yapılan kişi bu anlayışa sahip olduktan sonra, Kuran ahlakının ve dinin anlatılması daha da kolaylaşacaktır. Kişiye anlatılanlar, bu idrakten itibaren bir şey ifade etmeye başlayacak, kafasında bulanık durumdaki birçok kavram netleşerek yerine oturacaktır.
AHİRETİN HATIRLATILMASI
Ve hiç kimsenin, hiç kimse adına bir şey ödemeyeceği, hiç kimsenin şefaatinin kabul edilmeyeceği, hiç kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği bir günden sakının. (Bakara Suresi, 48)
Cahiliye toplumundaki insanların gerçekte en büyük imani sorunlarından biri, ahiretin varlığına olan inançlarındaki eksikliktir. Ahireti, varlığı şüpheli bir “temenni” olarak görürler. Sanki gerçekte böyle bir şey yoktur da, insanlar ölüm konusunda kendilerini teselli etmek için bunu “uydurmuşlardır”. Nitekim inkarcı sistemin ideologları, bu iddiayı sık sık öne sürerler.
Cahiliyenin ahirete olan imanındaki zaafiyetin en büyük göstergesi, ölüm hakkında konuşulduğunda ya da bir yakınları öldüğünde gösterdikleri tutumdur. İnkar eden kişiler ölüm hakkında konuşulmasından hiç hoşlanmaz, ölüm konusu açıldığında hemen kapatmak ya da başka bir konuya geçmek isterler. Ahirete kesin bir biçimde inanan bir insan, yani bir mümin, ölüm karşısında üzüntü duymaz. Hayatı Allah vermiştir ve yine O geri alır. Bu üzülecek bir şey de değildir; ölen insan, yokluğa değil, ebedi yurduna gitmektedir.
Ancak ahirete olan imanındaki zaafiyet, cahiliyeyi yiyip bitirir. Bir yakınları öldüğünde, birbirlerine, “üzülme, iyi insandı, cennete gider inşallah” gibi Kuran mantığına uygun sözler söylerler, ama hiçbirinin kalbi gerçekten ahirete iman etmediği için, bu sözlerin vicdanları üzerinde hiçbir etkisi olmaz. Kalplerinde, dünyanın gerçek olduğuna, ahiretin ise bulutların arkasında, bulanık bir mitolojik efsaneden başka bir şey olmadığına dair ilkel ve sapkın bir inanış vardır. Kuran’da geçen ifadeyle, “Onlar, dünya hayatından (yalnızca) dışta olanı bilirler. Ahiretten ise gafil olanlardır.” (Rum Suresi, 7)
Oysa ahiret gerçeğin ta kendisidir, aldatıcı ve kendisinden şüphe duyulacak bir şey varsa, o da dünya hayatıdır. Cehennem ehline, “…Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?” diye sorulduğunda onlar, “bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık…” derler. Buna karşılık Allah şöyle buyurur: “…Yalnızca az (bir zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz. Bizim, sizi boş bir amaç uğruna yarattığımızı ve gerçekten bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?” (Mü’minun Suresi, 115)

Allah, insanın nefsine verdiği tüm istekleri nimetleriyle karşılar. Örneğin insan yemek ve içmek ister; Allah yiyecekleri ve içecekleri yaratmıştır. İnsan karşılıklı sevgi, saygı ve muhabbetten çok büyük zevk alır. Allah insanları, kadını ve erkeği yaratmıştır. İnsan güzellik ister, estetik ister; Allah tüm evreni ve tüm dünyayı sonsuz güzelliklerle doldurmuştur. Zaten Allah’ın insanın içine bir istek vermesindeki amaç da, ona o nimeti tattırmak istemesidir. Bir İslam büyüğü, bunu “vermek istemese, istemek vermezdi” sözüyle ifade eder.
Ve tüm bunların yanında, insan sonsuza dek yaşamak da ister. Ama, küfrün mantığına göre, ölüm yüzünden bu istek asla tatmin edilemez. Oysa bu inkar edenlere ait batıl ve hatalı bir düşüncedir. Gerçekte Allah, ahireti yaratmakla ve insanı sonsuza dek hayat sürecek biçimde inşa etmekle, kişinin bu isteğine de cevap vermiştir. Ölüm, yalnızca bir geçiş kapısıdır. İnsanın, geçici ve aldatıcı bir yurt olan dünyadan kalkıp, ahirete doğru giden seferinde, ilk duraktır. Asıl olan ruhtur, beden değil. Ölümle birlikte ruh canlı kalır, ancak kalıp değiştirir.
İnsanların yaptıklarına göre ceza ve mükafat görmeleri de asıl olarak ahirette olur. Dünya hayatında bir mümin sıkıntı çekip, zorlu ortamlarla karşılaşırken, inkarcılar çok büyük bir zenginlik, sefahat ve ihtişam içinde hayatlarını devam ettirebilirler. Bu dünya hayatındaki imtihanın bir gereğidir. Oysa Allah’ın sonsuz adaleti, müminin mükafatlandırılmasını, inkarcıların ise azaplandırılmasını gerektirir. Bu ise, asıl olarak büyük bir mahkemede, mahşer günü görülecek olan hesapla karara bağlanacak ve mümin için cennette, kafir içinse cehennemde sonsuza dek uygulanacaktır.
Tebliğ yapılan kişinin bu büyük gerçeğin farkına varması elbetteki hayati öneme sahiptir. Çünkü ahiret Allah’ın varlığı ile birlikte, imanın en temel iki konusundan biridir. Tebliğ yapılan kişiye, Kuran ayetlerine dayanarak açık ve etkileyici bir Kuran tasviri yapılmalı, mahşer günü, hesap, cennet ve cehennem ayrıntılarıyla açıklanmalıdır. Yaptığı her işin Allah tarafından görülüp bilindiği, görevli melekler tarafından da zapta geçirildiğini bilmeli, ahirette dünyada yaptığı her işten, hatta aklından geçirdiği her düşünceden sorumlu olacağının bilincinde olmalıdır.
TEVHİD VE ŞİRKİN ANLATILMASI
Sizin ilahınız tek bir ilahtır; O’ndan başka ilah yoktur; O, Rahman’dır, Rahim’dir (bağışlayan ve esirgeyendir). (Bakara Suresi, 163)
İnsanlar içinde, Allah’tan başkasını ‘eş ve ortak’ tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah’a olan sevgileri daha güçlüdür. O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah’ın olduğunu ve Allah’ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi. (Bakara Suresi, 165)
Aslında insanların önemli bir bölümü Allah’a inanır. Ancak onları asıl iman yolundan saptıran şey, kendilerine Allah’tan başka ilahlar edinmeleridir. Bu durum, Kuran’da şirk (ortak koşmak) olarak tanımlanır; şirk koşanlara ise “müşrik” denir. Buna karşın, İslam’ın özü “tevhid”dir; yani “birlemek”, tek ilah olarak Allah’ı kabul etmek ve O’ndan başka hiçbir varlığa kulluk etmemek.
Ancak ilginçtir, Allah’tan başka ilah edinenlerin neredeyse tümü, kendilerinin müşrik olduğunu kabul etmez. Aksine, çeşitli sözde açıklamalarla, ideal bir Müslüman olduklarını öne sürerler. Kimileri, edindikleri ilahlar için, ”…Biz, bunlara bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz…” (Zümer Suresi, 3) derler. Kuran’da bu ve benzeri yöntemlerle, şirk koştuklarını inkar etmeye çalışan müşriklerin durumundan şu şekilde söz edilir:
Onların tümünü toplayacağımız gün; sonra şirk koşanlara diyeceğiz ki: “Nerede (o bir şey) sanıp da ortak koştuklarınız?” (Bundan) Sonra onların: “Rabbimiz olan Allah’a and olsun ki, biz müşriklerden değildik” demelerinden başka bir fitneleri olmadı (kalmadı.) Bak, kendilerine karşı nasıl yalan söylediler ve düzmekte oldukları da kendilerinden kaybolup-uzaklaştı. (En’am Suresi, 22-24)
Bugünkü cahiliye toplumu da, tam anlamıyla bir müşrik topluluğu olduğu halde, bu durumu kabul etmez ve kendilerinin ideal birer müslüman olduğunu iddia ederler. Çünkü onların zihniyetine göre, şirk koşmak, yalnızca tahtadan taştan yapılmış putların ya da totemlerin önünde secde etmekten ibarettir. Allah’tan başka ilah edinmeyi, yalnızca üç boyutlu ve cansız bir suret önünde yere kapanmak sanırlar.
Oysa secde, bir varlığa kulluk etmenin yalnızca sembolik bir ifadesidir. Ve bir insan bir varlığın önünde secde etmese de, O’na kulluk ediyor olabilir. Allah’a ait olan sıfatları kendi zihninde söz konusu varlığa aktarması, “müşrik” olması için yeterlidir.
Allah, rızası aranmaya layık olan tek varlıktır. Buna rağmen eğer insan Allah’ın dışındaki varlıkların rızasının peşinde koşar, örneğin insanlara kendini beğendirmeye ve onları mutlu etmeye çalışırsa, onları kendine ilah edinmiş olur. Allah’tan başka varlıklardan yardım bekler, medet umarsa, onları ilah edinmiş olur. Hayatını Allah’ın kurallarına göre değil de, başka varlıkların kurallarına uygun olarak yürütmeye karar verirse, o varlıkları “Rab” kabul etmiş, yani yine ilah edinmiş olur.
Buna karşılık, “muvahhid” (birleyen, şirk koşmayan) mümin karakteri, Allah’tan başka bir Rab, eğitici, dost, sahip ve ilah tanımamaktır. Kuran’ın ilk suresi olan Fatiha Suresi’nde geçen “Yalnızca sana kulluk eder, yalnızca senden yardım dileriz” (Fatiha Suresi, 4) ayeti, bu katıksız imanın ifadesidir.
Zaten insan, fıtrat (yaratılış) yönünden tevhide inanmaya ve tevhide göre yaşamaya eğilimlidir. “Ben, cinleri ve insanları yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım” (Zariyat Suresi, 56) hükmü, insanın sadece Allah’a kulluk etmek için var olduğunu haber verir. Bu durumda insana düşen, yaratılış amacına uyarak “muvahhid” bir biçimde Allah’a ibadet etmektir. Yaratılışına uygun olan bu olduğu için, en kolay yol da budur. Nitekim Kuran’da şöyle denir:
Öyleyse sen yüzünü Allah’ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah’ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler. (Rum Suresi, 30)
Tebliğ yapılan kimseye anlatılacak en temel konu, işte bu şirk ve tevhid konusudur. Ona, içinden çıktığı toplumun pek çok yönden şirk koşan bir toplum olduğu açıklanmalı, gerçek imana kavuşmak içinse, kendisinde köklü bir değişim yapması gerektiği anlatılmalıdır. Allah’ın dininden üstün tuttuğu herşeyden yüz çevirmesi gerektiği bildirilmelidir.
Anlatılmalıdır ki, insanın başka herhangi bir varlığı değil, kendi istek ve tutkularını Allah’ın emir ve yasaklarından üstün tutması, kendi aklını Kuran’dan üstün görmesi, başlı başına büyük bir şirktir. Kuran’da bu tür insanlar, “kendi hevasını (istek ve tutkularını) ilah edinenler” (Furkan Suresi, 43) olarak tanımlanır ve Kuran ayetlerine göre durumları şu şekilde anlatılır:
Şimdi sen, kendi hevasını ilah edinen ve Allah’ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah’tan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp-düşünmüyor musunuz? (Casiye Suresi, 23)
İnsanı şirkten kurtarmak için ona verilmesi gereken en önemli bilgi ise, gerçekte maddenin asıl mahiyeti ile ilgili “özlü bilgi”dir. Eğer insan; maddesel evrenin gerçekte bir “hayal”, yani bir “vehim” olduğunu hisseder ve tüm varlıkların gerçekte Allah’ın sıfatlarının tecellisine mazhar olan birer “gölge varlık” olduğunu anlarsa, o zaman tek gerçek varlığın ve dolayısıyla yegane ilahın Allah olduğunu kalben kavrar.
Sonuçta insanın şirkten kurtulabilmesi; Allah’ı herşeyin üstünde tutması, O’nu herşeyden daha fazla sevmesi ve O’nun hükmünden başka hiçbir hükmü tanımaması ile olur. Bu ise, cahiliye toplumundaki yerleşik karakter ve zihin yapısının tümüyle yıkılıp, yerine Kuran’a dayalı bir karakter ve zihin yapısının oturtulmasını gerektirir. Tebliğ yapılan kişiden asıl beklenen hareket de budur, aksi halde din kendisine anlatılmış, ama ona itaat etmemiş bir kişi olarak çok büyük bir azabı hak edecektir.
Ancak kendi içindeki bu “devrim”i yapabilmesi için, ona yardımcı olmak gerekir. İlk yapılması gerekenlerden biri, kendisine gerçek İslam’ın anlatılmasıdır. Çünkü cahiliye toplumunda tanımış olduğu din, bir sürü hurafe ve bid’atle karışmış olan çarpık bir modeldir ve bu model yüzünden İslam’a karşı pek çok önyargıya sahip olması mümkündür. Ya da dini hiç tanımıyor olabilir. Bu nedenle, kendisine dinin detaylı bir biçimde anlatılması şarttır.
DİNİN ANLATILMASI
  1. KURAN HAKTIR VE DEĞİŞTİRİLMEMİŞTİR
Dünya üzerindeki herhangi bir kişiye Kuran-ı Kerim hakkında ne bildiğini sorsanız, size İslam dininin kutsal kitabı olduğunu söyleyecektir. Bu doğru bir cevaptır, fakat yeterli değildir. Çünkü Kuran insanların büyük bir bölümünün zannettiği gibi sadece Müslüman olarak doğmuş ya da sonradan Müslümanlığı kabul etmiş insanlara değil, Allah’ın tüm insanlığa göndermiş olduğu ve kıyamet gününde de sorumlu tutacağı kutsal kitabıdır. Fakat insanların büyük bir bölümü kıyamet gününde sorumlu tutulacakları Kuran-ı Kerim hakkında çok kısıtlı bilgiye sahiptirler. Öyleyse tüm insanların Kuran’ın gönderiliş amacı ve dinin hükümleri ile ilgili her ayrıntıyı bilmeleri ve bunları da hayatlarında uygulamaları gerekmektedir. İnsanın kendisini yaratan Rabbine karşı sorumluluklarını öğrenebileceği tek kaynak Kuran’dır. Allah hesap günü insanları sadece Kuran’dan sorumlu tutacağını Zuhruf Suresinde şu şekilde bildirmektedir:
Şu halde, sana vahyedilene sımsıkı-tutun; çünkü sen dosdoğru bir yol üzerindesin. Ve şüphesiz o (Kur’an), senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz (ondan) sorulacaksınız. (Zuhruf Suresi, 43-44)
Kuran Allah’ın kelamıdır. Kendinde önce indirilen kutsal kitapları doğrulamakta ve hak ile batılı birbirinden ayırmaktadır. Tüm inananlar için bir rehberdir ve bir benzerinin getirilmesi mümkün değildir.
Kuran’ın hak kitap olduğu bütün açıklığıyla ortada olmasına rağmen, tarih boyunca bunu inkar eden kişiler çıkmıştır. Bu kişilerin ortaya attıkları en bilinen örneklerden biri Kuran’ın peygamber tarafından yazılmış olduğu veya kendilerinin de Kuran benzeri bir kitap getirebilecekleri yönündedir. Allah’ın ve Kuran’ın üstünlüğünü kabul etmemek için bu tür sapkın iddialar ortaya atan kişilerin bu tür girişimleri her seferinde çok büyük bir hüsranla sonuçlanmıştır. Nitekim Kuran’ın Allah katından indirilmiş hak ve örneksiz bir kitap olduğu ile ilgili ayetler şu şekilde bildirilmiştir:
De ki: “Eğer bütün ins ve cin (toplulukları), bu Kur’an’ın bir benzerini getirmek üzere toplansa, -onların bir kısmı bir kısmına destekçi olsa bile- onun bir benzerini getiremezler.” (İsra suresi, 88)
Bu Kur’an, Allah’tan başkası tarafından yalan olarak uydurulmuş değildir. Ancak bu, önündekileri doğrulayan ve kitabı ayrıntılı olarak açıklayandır. Bunda hiç şüphe yoktur, alemlerin Rabbindendir. Yoksa: “Bunu kendisi yalan olarak uydurdu” mu diyorlar? De ki: “Bunun benzeri olan bir sûre getirin ve eğer gerçekten doğru sözlüyseniz Allah’tan başka çağırabildiklerinizi çağırın.” Hayır, onlar ilmini kuşatamadıkları ve kendilerine henüz yorumu gelmemiş bir şeyi yalanladılar. Onlardan öncekiler de böyle yalanlamışlardı. Zulmedenlerin nasıl bir sonuca uğradıklarına bir bak. (Yunus Suresi, 37-39)
Aslında tebliğdeki asıl hedef, konuşulan kişinin kendisine rehber olarak Kuran’ı kabul etmesinin sağlanmasıdır. Aksi halde gerçek bir iman ve kurtuluş söz konusu olmaz. Kişi, cahiliye ahlakının tüm yazılı ya da sözlü kurallarını terk ederek, kendisine yalnızca ve yalnızca Kuran’ı rehber edinen ve Kuran’ın her hükmüne de son derece titiz davranan bir mümin haline gelmelidir.
Bunun için de öncelikle Kuran’ı tanıması ve onun Allah’ın sözü olduğuna inanması gerekir. Bu nedenle de tebliğ yapılan kişiye, Kuran’ın Allah’tan gelen bir vahiy olduğu ve indirilmesinden bu yana tek bir harfinin dahi değişmediğine dair açık deliller gösterilmelidir.
“Rabbinin sözü, doğruluk bakımından da, adalet bakımından da tastamamdır. O’nun sözlerini değiştirebilecek yoktur. O, işitendir, bilendir” (En’am Suresi,115) ayetinden de açıkça anlaşıldığı gibi, Kuran Allah tarafından indirilmiştir ve yine O’nun tarafından korunarak bozulması engellenmiştir. Bu korunmayı Allah “Hiç şüphesiz, zikri (Kuran’ı) biz indirdik biz; onun koruyucuları da gerçekten biziz” (Hicr Suresi, 9) ayetiyle de haber verir.
Kuran’ın korunmuş olmasının en önemli delillerinden biri, içinde hiçbir çelişki ve çarpıklık barındırmamasıdır. 23 yıl içinde, farklı olaylar üzerine ve farklı şartlara göre indirilmiş olan ayetlerin hiçbiri bir diğeri ile çelişik bir bilgi ya da hüküm taşımazlar. Bu duruma Allah şu ayetle dikkat çeker:
Onlar hâlâ Kur’an’ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkasının katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı. (Nisa Suresi, 82)
Bir başka ayete göre de, “Hamd, Kitabı kulu üzerine indiren ve onda hiçbir çarpıklık kılmayan Allah’a aittir.” (Kehf Suresi, 1) Aksini iddia edenlere verilen cevap ise açıktır: “…Bunun benzeri olan bir sûre getirin ve eğer gerçekten doğru sözlüyseniz    Allah’tan başka çağırabildiklerinizi çağırın.” (Yunus Suresi, 38) Bir diğer ayette şu hüküm verilir:
Allah’ın hak dinini duyurduğu Kuran öyle bir kitaptır ki, “bütün ins ve cin (toplulukları), onun bir benzerini getirmek üzere toplansa, -onların bir kısmı bir kısmına destekçi olsa bile- onun bir benzerini getiremezler”. (İsra Suresi, 88)
2. ÖLÇÜ KURAN’DIR
Onlar hâlâ cahiliye hükmünü mü arıyorlar? Kesin bilgiyle inanan bir topluluk için hükmü, Allah’tan daha güzel olan kimdir? (Maide Suresi, 50)
İnsanlar, yalnızca Kuran’a iman ettiklerini beyan etmekle Allah’ın rızasını ve cennetini kazanacak değillerdir. Bu imanın hayata geçirilmesi, insanın günlük yaşamının her aşamasında Kuran’ı rehber ve kıstas edinmesi gerekir. Eğer Kitabı bilir de, uygulamazsa, “Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu (içindeki derin anlamları, hikmet ve hükümleriyle gereği gibi) yüklenmemiş olanların durumu, koskoca kitap yükü taşıyan eşeğin durumu gibidir…” (Cuma Suresi, 5) ayetinde tanımlanan konuma girebilir. Önemli olan, her konuyu Kuran’ın rehberliğinde düşünmek, buna karşın cahiliye toplumunun adetlerinin ve örflerinin içindeki her türlü Kuran dışı ölçü ve kıstası reddetmektir.
Kişi, kınadığı bir şeyi yalnızca Kuran’a aykırı olduğu için kınamalı, beğendiği bir şeyi yalnızca Kuran’a uygun olduğu için beğenmeli, karşılaştığı her olayda Kuran’ın rehberliğinde karar vermeli ve hareket etmelidir. Elbette ki bu değişim bir günde olmaz. Kuran’ın önce öğrenilmesi, sonra da yaşama geçirilmesi belirli bir süreç içinde olur. Ama önemli olan bu değişim için niyet etmek ve sonra da kararlı davranmaktır. Tebliğ yapan kişiye düşen görev ise, önce tebliğ yaptığı kişiyi bu değişimi başlatması için ikna etmek, sonra da Kuran’a geçiş sırasında yaptığı yanlışları güzel bir dille anlatarak yardımcı olmaktır.
3. DÜNYA İMTİHAN YERİDİR
Tebliğ yapılan kişi, iman ettiğini beyan etmekle “cennet ehli” bir mümin haline geldiğini sanabilir. Oysa iman ettiğini beyan etmek, Kuran’a dayalı olarak sürdürülecek olan uzun bir eğitimin ilk adımıdır. Kuran, müminleri “…Bizim Rabbimiz Allah’tır deyip, sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar…” (Fussilet Suresi,30) olarak tanımlar. Bu dosdoğru istikamet Allah’ın, insanın imanını denemek ve olgunlaştırmak amacıyla yaratacağı pek çok imtihan ve engele rağmen tutturulacaktır. Bir ayette şu şekilde bildirilir:
İnsanlar, (sadece) “iman ettik” diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar? Andolsun, onlardan öncekileri sınadık; Allah, gerçekten doğruları da bilmekte ve gerçekten yalancıları da bilmektedir.” (Ankebut Suresi, 2-3)
Aslında geçici ve eksik olan bu dünyanın ve onun üzerinde sürdürdüğümüz hayatın yaratılmasındaki amaçların başında insanın imtihan edilmesi gelmektedir. İnsan için asıl yurt bu değildir ve bu geçici “bekleme salonu”nda yalnızca denenmek için bulunmaktadır. Kuran’da bu gerçek şu şekilde bildirilir:
“O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.” (Mülk Suresi, 2)

Sahip olduğu beden de insana bu amaçla verilmiştir. Allah şöyle buyurur: “Şüphesiz biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık.” (İnsan Suresi, 2)
İnsanın denenmesinin farklı yöntemleri vardır. En önemlilerinden biri, Allah’ın imtihan amacıyla yarattığı zorluklardır. Bu durum Kuran’da şöyle açıklanır:
“Andolsun, biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele.” (Bakara Suresi, 155)
Kuran’da da Resullerin ya da onların yolunu izleyen müminlerin nasıl imtihan edildiklerine dair pek çok örnek vardır. İman etmeleri üzerine ailelerinden ya da çevrelerinden aldıkları tepkiler, karşılaştıkları tehdit ve baskılar, iftiralar, alaya alınmalar, kendi yaptıkları hatalar, bunların hepsi birer denemedir. Bu sıkıntı ve zorluklara karşı müminden beklenen tavır, “…(Bana düşen) güzel bir sabırdır…” (Yusuf Suresi, 18) diyerek, hiçbir zaman Allah’ın rahmet ve yakınlığından kuşku duymadan ve her türlü zorluğu yine Allah’ın desteği ile aşacağını bilerek kararlılık göstermektir.
Sıkıntılar imtihan sebebi olduğu gibi, nimetler de imtihan sebebidir. Allah insana verdiği nimetle, onun olgunluğunu ve Kendisine olan sadakatini dener.
Nimetle denemedeki amaç, müminin cahiliye karakterinin en önemli özelliklerinden biri olan, refaha ulaşınca şımarma basitliğinden uzak olduğunun ispatlanmasıdır. Bu basitlik, cahiliyedeki insanların ortak vasfı gibidir; ellerine büyük bir servet ya da şöhret geçtiğinde şımarmaya, azgın bir gurur geliştirmeye, diğer insanlara karşı zalim ve kibirli davranmaya başlarlar. Kalpleri kaskatı olur ve Allah’tan da tümüyle uzaklaşırlar.
Oysa nimet, insanı azgınlaştırmak için değil, şükrettirmek için vardır. Bunun şuurunda olan mümin, Kuran’da geçen ifadeyle “dünya hayatının geçici süsünü” sadece Allah’ın rızasını kazanmak için kullanır, dünyevi zevkleri ve güzellikleri tüketebilmek için yarışmaz. Yaşadığı hayatta hiçbir şey tesadüfen karşısına çıkmamıştır, mutlaka kendisinin nasıl bir davranışta bulunacağının sınanacağı bir durumla karşı karşıyadır. Bunu bilen biri artık dünyanın önemli bir sırrına vakıf olmuştur. Böylece Allah’ın hoşnut olacağı en güzel, en doğru ve en akılcı davranışı da göstermiş olur.
Kısa dünya hayatında Rabbi tarafından denendiğini kavrayan biri dinin en önemli temellerinden birinin de idrakine varmış demektir. Bu nedenle tebliğ yapılan bir kişi, bu konuda öncelikle eğitilmelidir. Çünkü eğer gerçekten iman etmişse, kısa süre içinde türlü zorluklarla karşılaşacak ve samimi bir imtihana sahip olup olmayacağı konusunda denemeden geçirilecektir.
4. DİN KOLAYDIR VE İNSANIN YARATILIŞINA UYGUNDUR
Cahiliye toplumunda dinin içine gelenekler, töreler, yanlış inançlar ve daha birçok yabancı unsur katılmış ve sonuçta ortaya uygulaması son derece zor, çarpık bir model çıkmıştır. Bunun üzerine, bir de dine karşı mücadele yürüten inkarcı çevrelerin kasıtlı propagandaları eklenince, çoğu insan İslam’ı çok zor, uygulandığında insanı büyük sıkıntılara sokacak bir din olarak görmeye başlar.
Oysa bu bir aldanmadır. İnsanı yaratan Allah’tır ve “O, yarattığını bilmez mi? O, Latif’tir; Habir’dir” (Mülk Suresi, 14) ayetiyle de vurgulandığı gibi, yarattığı kulunu en iyi tanıyan, onun istek ve ihtiyaçlarını en iyi bilen O’dur. İnsanlar için belirlediği dini de, onlara en uygun biçimde düzenlemiştir. Amaç insanların sıkıntı çekmeleri değil, ruhlarına en uygun olan sistem içinde Rablerini tanımaları, O’na kulluk etmeleri ve gerçek kurtuluş ve mutluluğa ulaşmalarıdır. Bir ayette,    Allah şu şekilde buyurmuştur:
Allah adına gerektiği gibi cehd edin. O, sizleri seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklememiştir, atanız İbrahim’in dini(nde olduğu gibi). O (Allah) bundan daha önce de, bunda (Kur’an’da) da sizi “müslümanlar” olarak isimlendirdi; elçi sizin üzerinize şahid olsun, siz de insanlar üzerine şahidler olasınız diye. Artık dosdoğru namazı kılın, zekatı verin ve Allah’a sarılın, sizin Mevlanız O’dur. İşte, ne güzel mevla ve ne güzel yardımcı. (Hac Suresi, 78)
Bir başka ayette ise şöyle denir: ”Biz sana bu Kur’an’ı güçlük çekmen için indirmedik, içi titreyerek korku duyanlara’ ancak öğütle-hatırlatma (olsun diye indirdik).” (Taha Suresi, 2-3) İslam’ın amacı insanları kolay ve rahat olana davet etmek ve insanın en çok huzur bulacağı hayatı yaşamalarını sağlamaktır. Bu Allah’ın rahmetindendir. Kuran’da şöyle denir: “Allah (ağır yükleri) sizden hafifletmek ister: (Çünkü) insan zayıf olarak yaratılmıştır.” (Nisa Suresi, 28)
Bu gerçek, tebliğ yapılan kişiye mutlaka iyi bir biçimde anlatılmalıdır. Böylece, nefsin dinden uzak durmak için kullandığı en büyük bahanelerden biri yok edilmiş olur. Dinin kolaylığı anlatılırken, cahiliyede öğrendiği din modelinin yanlışları da gözler önüne serilmeli, İslam’ın parçası sandığı hurafeler tebliğ yapılan kişinin zihninden silinmelidir.
5. DİN KISITLAYICI VE BASKICI DEĞİL, ÖZGÜRLÜKÇÜDÜR
Cahiliye toplumu, dinin “zor” olduğuna inandığı kadar “baskıcı” ve “özgürlükleri kısıtlayıcı” olduğunu da düşünür. Bu yanlış mantığa göre, din insanlar üzerine çeşitli kısıtlamalar koymakta ve böylece onların özgürlüğünü yok etmektedir. Bu toplum içinde kendilerini “özgürlükçü” olarak tanımlayanlar da, mümkün olduğunca dinden uzaklaşır, hatta dine karşı savaş açarlar.
Oysa gerçek bunun tam tersidir. Din özgürlük, dinsizlik ise baskı ve esaret getirir.
Ancak bu gerçeğin kavranabilmesi için öncelikle insan ruhunun tam mahiyetinin tanınması gerekir. Konunun gerçeğini bizlere Kuran bildirir ve insanın ruhunun “çift yönlü” olduğunu Şems Suresi’nde şöyle açıklar:
Güneşe ve onun parıltısına andolsun,
Onu izlediği zaman aya,
Onu (güneş) parıldattığı zaman gündüze,
Onu sarıp-örttüğü zaman geceye,
Göğe ve onu bina edene,
Yere ve onu yayıp döşeyene,
Nefse ve ona ‘bir düzen içinde biçim verene’,
Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun).
Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur.
Ve onu örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır. (Şems Suresi, 1-10)

Ayetlerde nefs ile ilgili olarak verilen bilgi göstermektedir ki, Allah insanı yaratırken onun nefsine (benliğine) hem kötülüğü, hem de ondan sakınmayı, yani iyiliği ilham etmiştir. İnsanın içinde bu iki güç birden bulunur. İnsanın kurtuluşu (felahı) ise, bu kötülükten sakınmayı seçmesidir. Yok eğer böyle yapmazsa, yıkıma uğrar. Nefsinde kötülük bulunduğunu kabul etmez. Etmediği anda da o kötülükten sakınacak bilince sahip olamaz, ayetin ifadesiyle o kötülüğü “sarıp örter”, kendi içinde besler. Dolayısıyla o kötülük, onu yutar.
Nefsin içindeki bu kötülüğün varlığını kabul edip ondan sakınmak, insana “felah”ı, yani kurtuluşu getirmektedir. Özgürlük ise, bu felahın ta kendisidir.
Çünkü insanı dış güçlerden çok daha büyük baskı altına alan asıl güç, nefsindeki söz konusu kötülüktür. Bu kötülük, insanı bencillik içinde boğar, kıskançlık verir. Sürekli bir güvensizlik ve gelecek korkusu aşılar. En kötüsü de, insanın, nefsindeki bu güç nedeniyle, sonu gelmeyen bir tutku ve hırs içinde boğuşmasıdır. Nefsin içindeki bu güç, insana sürekli daha fazla mal biriktirmesini, daha fazla para kazanmasını, daha fazla toplumsal statü elde etmesini emreder. Oysa bu tutkuların tatmin edilmesi mümkün değildir. Zengin olmak büyük bir tutkudur, ancak bu tatmin edildiğinde yeni tutkular gelecektir. Yaşanan, bir kısır döngüdür.
Kurtuluş bu döngüden kurtulmakla elde edilir. Kuran’da geçen ifadeyle “… Kim nefsinin ‘cimri ve bencil tutkularından’ korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır”. (Haşr Suresi, 9)
İnsan bu tutkuların esiri olmaktan kurtulduğunda özgürleşir. Bu noktada, artık onun yaşamının amacı, söz konusu sonu gelmez tutkuları tatmin etmek değildir. Yaşamının amacı, artık yalnızca Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaktır ki, insan zaten bunun için yaratılmıştır.
Gerçek özgürlük işte budur; Allah’a kul olmak ve böylece Allah’ın dışındaki herşeyden özgürleşmek. Bu nedenledir ki, Hz. İmran’ın karısı, Kuran’a geçmiş olan şu duayı etmiştir:
“Rabbim, karnımda olanı, ‘her türlü bağımlılıktan özgürlüğe kavuşturulmuş olarak’ Sana adadım, benden kabul et. Şüphesiz işiten bilen Sensin Sen.” (A’li İmran Suresi, 35)
Aynı nedenle, Hz. İbrahim babasına şöyle demiştir:
“Babacığım, işitmeyen, görmeyen ve seni herhangi bir şeyden bağımsızlaştırmayan şeylere niye tapıyorsun?” (Meryem Suresi, 42)
Resullerin yaptıkları ise, insanları nefslerindeki tutkulardan ya da başka insanlara kul olmaktan kurtarmak ve yalnızca Allah’a kul olmaya davet etmektir. İnsanlar, yaratılış amaçlarına aykırı olan bu sapkınlıklardan kurtuldukça, özgürleşirler. İşte bu nedenledir ki, Kuran’da Resul, müminlerin “ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirlerini indiren” kişi olarak tarif edilmiştir. (Araf Suresi, 157)
Ve işte bu nedenledir ki, İslam, cahiliye toplumunun kuruntularının aksine, insanı baskı altına almaz, aksine özgürleştirir. Tebliğ yapılan kişiye bunun anlatılması oldukça önemlidir. Konu hem üstte anlattığımız “özgürlük tarifi” ile açıklanmalı, hem de dini “baskıcı” sanmasına neden olan hurafeler ve bid’atlar (dine sonradan girmiş yabancı unsurlar) konuşulan kişinin zihninden silinmelidir.
İslam özgürlükçü olduğuna göre, onun tebliğ edilmesinde de baskıcı bir yöntem kullanılmayacaktır. Resulullah’a Allah Kuran’da şu emri vermiştir: “Artık sen, öğüt verip-hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici-bir hatırlatıcısın. Onlara ‘zor ve baskı’ kullanacak değilsin.” (Gaşiye Suresi, 21-22) Aynı konu, aşağıdaki ayetle de hükme bağlanır:
Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah’a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir. (Bakara Suresi, 256)
Tebliğ yapılan kişiye bu konu anlatılmalı ve ne İslam’ın kuralları ne de kendisiyle ilgilenen müminler tarafından hiçbir şekilde bir baskı ya da zorlama ile karşılaşmayacağı, bunun Kuran ahlakına aykırı olduğu ve Allah’ın razı olmadığı bir ahlak olacağı açıklanmalıdır. Böylece cahiliyenin oluşturduğu yersiz endişeler giderilir ve tebliğin önündeki engellerden biri daha kalkar.

“DİNSİZLİĞİN DİNİ” İLE MÜCADELE YÖNTEMLERİ

“DİNSİZLİĞİN DİNİ” İLE MÜCADELE YÖNTEMLERİ

Şu an dünya üzerinde “din” olarak adlandırılmayan ama aslında adeta bir din gibi benimsenmiş birçok inanç sistemi  mevcuttur. İşte biz bu bölümde dünya üzerinde hakim olan materyalizm, komünizm gibi ideolojileri, bunların kendilerine sözde bilimsel dayanak olarak gördükleri Darwinizm’i ve bunların dışında da dinsizliğe dayalı tüm sistemleri “dinsizliğin dinleri” olarak tanımladık. Çünkü bu ideolojiler, inançlarıyla, uygulamalarıyla, günlük hayata yönelik kurallarıyla dinsiz bir din halini almışlardır. Her birinin adeta ilah olarak gördükleri önderleri, her bir kelimesini ezbere bildikleri ve asla değiştirilemeyecek birer gerçek olarak kabul ettikleri kitapları vardır. Bu sahte dinler çok büyük bir hızla yayılmakta, takipçilerinin sayısı günden güne artmaktadır. Çünkü bunların peşinden gidenler “dinsizliğin dini”ni hakim kılmak için çok ciddi bir çaba içindedirler. Kitaplar yazarak, makaleler yayınlayarak, sürekli bu batıl dinlerin tebliğini yaparak hak dine karşı mücadele etmektedirler.
Dinsizlik dinini savunanların karşılarındaki en büyük engellerden biri ise, Allah’ın inanan kullarına bir rehber olarak indirdiği vahyi, yani Kuran-ı Kerim’dir. Kuran’da, sözünü ettiğimiz batıl dinlerle yapılacak olan mücadele tarif edilmekte ve bu şerefli görev inananlara verilmektedir.
İşte bu noktada Allah’ın vahyine uyan samimi Müslümanların üzerine çok büyük bir sorumluluk düşmektedir. Bu batıl dinlerin geçersizliğini anlatma hizmetini üzerine alacak, bu uğurda çok ciddi bir şekilde çaba sarf edecek, elindeki tüm imkanları bu yolda kullanacak inançlı kişilere ihtiyaç duyulmaktadır.
Geçtiğimiz 20. yüzyılda ve içinde bulunduğumuz dönemde, dinsizlik dini belki de tarihte ilk defa bu kadar fazla yayılma imkanı bulmuştur ve bu dinin bağlıları da Allah’ın Kuran’da bildirdiği gibi “hakkı batıl ile geçersiz kılmak için” (Kehf Suresi, 56) mücadele vermektedirler. Bu nedenle de özellikle bu dönemde, Kuran’da tarif edilen bu şerefli mücadele içinde yer almak, dinsizliğin dininin tüm dayanaklarını fikri anlamda geçersiz kılmak çok büyük bir önem taşımaktadır. Allah bu şerefli görevi üstlenen kullarına çok önemli bir müjde de vermiştir. Kuran’da, ”Hayır, Biz hakkı batılın üstüne fırlatırız, o da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki, o, yok olup gitmiştir. (Allah’a karşı) Nitelendiregeldiklerinizden dolayı eyvahlar size.” (Enbiya Suresi, 18) ayetinde haber verildiği üzere, batıl mutlaka yok olacaktır.
İnsanların dünyadaki ve ahiretteki kurtuluşları için dinsizliğin yeryüzünden tamamen kaldırılması son derece önemlidir. Ve dinsizliğin yeryüzünden silinerek yerine Kuran ahlakının yaygınlaştırılması da -baştan beri üzerinde durduğumuz gibi- tüm inananların sorumluluğudur. “Ben dindarım, diğer insanlar başlarının çaresine baksınlar” demek, samimi bir Müslümanın vicdanına sığmaz. Aşağıdaki ayet, bu görevi tüm Müslümanların üzerine İlahi bir görev olarak yüklemektedir. Allah her mümini, yakınlarını ve tüm insanları cehennem azabından korumakla yükümlü kılmıştır:
Ey iman edenler, kendinizi ve yakınlarınızı ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır; üzerinde oldukça sert, güçlü melekler vardır. Allah kendilerine neyi emretmişse ona isyan etmezler ve emredildiklerini yerine getirirler.” (Tahrim Suresi, 6)
Bazı kimseler ise “ben dinsizlikle nasıl mücadele edebilirim?” diye düşünüyor olabilirler. Bu, şeytanın insanları oyalamak, Kuran ahlakının yaşanmasını engellemek ve dinsizliğin dininin yayılmasına zemin hazırlamak için verdiği bir kuruntudur. Dinsizlikle mücadeleden kastedilen, dinsiz felsefelerin ve fikir akımlarının bilimsel ve akılcı delillerle geçersizliklerinin ortaya konması, fikri alanda bunların çökertilmesidir. Çünkü fikri yönden çökmüş ve bilimsel olarak da dayanağı kalmamış bir ideolojinin peşinden hiç kimse gitmez.
Dolayısıyla bu önemli fikir mücadelesinde her insanın yapabileceği bir hizmet mutlaka vardır. Hiçbir şeye imkan bulamayanlar da, bu önemli mücadelede yer alan, hayatını buna adayan kimselere yardımcı ve destekçi olmalıdırlar. Örneğin dinsizlikle mücadele amacıyla yazılmış kitapların veya yazıların geniş bir çevre tarafından okunmasını sağlamak, bu kitaplarda yazanları çok iyi öğrenerek bunları herkese anlatmak, dinsizlikle mücadele eden, dinsizliğin fikrini çürüten bilgileri türlü yollarla dünyaya yaymak gibi hizmetler dinsizlikle mücadelenin önemli birer parçasıdır.
Unutmamak gerekir ki Bediüzzaman’ın da belirttiği gibi “Küfre rıza küfür olduğu gibi; dalalete, fıska, zulme rıza da fısktır, zulümdür, dalalettir.” Bu nedenle çekimser kalanlar, dinsizliğe karşı imkanı olduğu halde mücadele etmeyenler veya mücadele edenlere destek olacaklarına zorluk çıkaranlar, aslında bilerek veya bilmeyerek dinsizliğe destek olmakta ve onların işlerini kolaylaştırmaktadırlar.
Samimi bir mümin, hiçbir zaman bu önemli konularda çekimser kalmaz. Her zaman Kuran’ın emrettiği konularda son derece duyarlı, atak ve kararlı davranır. Vicdanından dolayı bugün yeryüzünde zulüm gören, zayıf bırakılmış, aç, güvenliksiz yaşayan ve zavallı konumda olan her insanın sorumluluğunu üzerinde hisseder. Örneğin bugün Keşmir’de, Doğu Türkistan’da ve Filistin’de milyonlarca Müslüman sadece dinlerinden dolayı zulüm görmektedir. Geçtiğimiz yıllarda Kosova ve Bosna’da yüz binlerce insan olmadık işkencelere maruz bırakılmış, yerlerinden, yurtlarından edilmiş, dünyanın gözü önünde katledilmişlerdir. Sadece bazı Müslüman ülkelerde değil, dünyanın bir çok yerinde insanlar, dinsiz gruplar veya dinsiz fikir akımları nedeniyle zulüm görmeye devam etmektedirler. Rusya’da yıllardır dinsiz nesiller yetiştirilmekte, dinsizliğin dini çok büyük bir hızla yayılmaktadır. (Detaylı bilgi için bkz. Çözüm Kuran Ahlakı, Harun Yahya) Vicdan sahibi bir insan bunların hiçbirini gözü kapalı izlemez. İşte bu nedenlerden ötürü tüm Müslümanların dinsizliğin insanlık üzerindeki zulmünü kaldırmak için var güçleriyle mücadele etmeleri gereklidir. Bunun en akılcı ve en etkili yolu ise site boyunca belirttiğimiz fikri alandaki mücadeledir.
Bu bölümde, böyle önemli bir görevi yüklenen insanların özellikle üzerinde durmaları gereken konular ele alınacak ve Kuran ayetleri doğrultusunda, bu mücadelenin nasıl izlenmesi gerektiği anlatılacaktır.
DİNSİZLİĞİN PUTLARINI KIRMAK
Dinsizliğin dini ile mücadelede en etkili yöntem kuşkusuz Kuran’da örnek olarak gösterilen Hz. İbrahim’in metodudur. Önceki bölümlerde anlattığımız gibi Hz. İbrahim’in döneminde yaşayan insanlar kendi elleriyle yaptıkları putlara tapıyor ve her konuda bu sahte ilahlarından medet umuyorlardı. (Bilindiği gibi bu, aynı zamanda tarih boyunca pek çok inkarcı kavmin uyguladığı bir yöntemdir.) Hz. İbrahim ise bu insanlara önünde eğildikleri putların hiçbir şeye güç yetiremeyen, tahtadan yapılmış, cansız varlıklar olduğunu hatırlatmış ve onların mantık ve muhakeme bozukluklarını tüm açıklığı ile gözler önüne sermiştir.
Önceden de belirttiğimiz gibi, Hz. İbrahim döneminde yaşayan insanlarla günümüz “puta tapıcıları” arasında pek bir fark yoktur. O dönemdeki insanlar nasıl ısrarla tahta heykelleri ilah olarak kabul ediyorlarsa, günümüz dinsizleri de cansız atomları, şuursuz doğayı, tesadüfleri ilah olarak kabul etmektedirler. Şuursuz atomların biraraya gelerek, kusursuz ve muhteşem bir sistemi oluşturmak üzere organize olduklarına inanmaktadırlar.
Hz. İbrahim’in, kavmini bu sapkın inançlarından kurtarmak, onları “uyandırmak” için başvurduğu yöntem ise Kuran’da şöyle haber verilmektedir:
Hani babasına ve kavmine demişti ki: “Sizin, karşılarında bel büküp eğilmekte olduğunuz bu temsili heykeller nedir?” “Biz atalarımızı bunlara tapıyor bulduk” dediler. Dedi ki: “Andolsun, siz ve atalarınız apaçık bir sapıklık içindesiniz.” (Enbiya Suresi, 52-54)

“Andolsun Allah’a, sizler arkanızı dönüp gittikten sonra, ben sizin putlarınıza muhakkak bir tuzak kuracağım.” Böylece o, yalnızca büyükleri hariç olmak üzere onları paramparça etti; belki ona başvururlar diye. (Enbiya Suresi, 57-58)


Ayetlerde haber verildiği gibi Hz. İbrahim, babasının ve kavminin gerçekleri göremeyecek kadar körleştiklerini gördüğünde onların taptıkları putlara bir tuzak kurmaya karar vermiştir. Kavmi yanından uzaklaştığında, taptıkları cansız putları kırarak, onların akıllarıyla bulamadıkları açık bir gerçeği kendilerine delille ispatlamıştır: Cansız putların aciz oldukları ve bir şey yaratamayacakları gerçeğini…
Putperestler geri dönüp de Hz. İbrahim’e neden putları kırdığını sorduklarında aldıkları cevap ise, içinde bulundukları akılsızlığı gözler önüne sermesi açısından son derece önemlidir:

Dediler ki: “Ey İbrahim, bunu ilahlarımıza sen mi yaptın?” “Hayır” dedi. “Bu yapmıştır, bu onların büyükleridir; eğer konuşabiliyorsa, siz onlara soruverin.” Bunun üzerine kendi vicdanlarına başvurdular da; “Gerçek şu ki, zalim olanlar sizlersiniz (biziz)” dediler. Sonra, yine tepeleri üstüne ters döndüler: “Andolsun, bunların konuşamayacaklarını sen de bilmektesin.” (Enbiya Suresi, 62-65)
Bu insanların, “Andolsun, bunların konuşamayacaklarını sen de bilmektesin” diyerek aslında gerçeğin farkında olduklarını belirtmeleri son derece önemli bir noktadır. Hepsi aslında putların konuşamayacaklarının bilincindedirler. Putlarının hiçbir şeye güç yetiremeyeceklerini, cansız bir varlığa hayat veremeyeceklerini, evrende var olan kusursuz düzeni yaratamayacaklarını çok iyi bilmektedirler. Ancak atalarından devraldıkları dinsizlik mirasını devam ettirebilmek ve Allah’ın varlığını inkar etmek için bu cansız varlıkları ilah kabul etmişlerdir.
Günümüzde evrimciler ve materyalistler de tamamen buna benzer bir zihniyeti taşırlar. Bugün herhangi bir evrimci, samimi olarak düşündüğünde canlılığın tesadüflerle oluşamayacak kadar karmaşık ve kusursuz olduğunu anlayacaktır. Bunun yanında aynı bilim adamları evrenin bir başlangıcı olması gerektiğini, yani ezeli ve ebedi olamayacağını da onaylayacaklardır. Ancak söz konusu kişiler, bunu itiraf etmelerine rağmen, son derece bağnaz bir tutum sergilemeye devam ederler. Aynı Hz. İbrahim döneminde yaşayan putperestler gibi kendi sahte ilahlarını bırakıp Allah’a inanmalarının imkansız olduğunu dile getirirler. Evrimcilerin ve materyalistlerin kitabın başından itibaren tarif ettiğimiz atalarının dinine ne kadar körü körüne bağlı olduklarını anlamak için günümüz evrimcilerinden birkaçının bu yöndeki itirafını görmek yeterlidir.
Örneğin Harvard Üniversitesi’nden evrimci ve materyalist genetikçi Richard Lewontin kendisinin ve diğer materyalistlerin ön yargılı ve bağnaz tutumlarını şöyle ifade etmiştir:
Bizim materyalizme olan bir inancımız var, ‘a priori’ (önceden kabul edilmiş, doğru varsayılmış) bir inanç bu. Bizi dünyaya materyalist bir açıklama getirmeye zorlayan şey, bilimin yöntemleri ve kuralları değil. Aksine, materyalizme olan a priori bağlılığımız nedeniyle, dünyaya materyalist bir açıklama getiren araştırma yöntemlerini ve kavramları kurguluyoruz. Materyalizm mutlak doğru olduğuna göre de, İlahi bir açıklamanın sahneye girmesine izin veremeyiz.
Ünlü İngiliz zoolog ve evrimci D.M.S. Watson ise, evrimcilerin ellerinde evrimin gerçekleştiğine dair delilleri olmamasına rağmen neden hala bu teoriyi savunduklarını şöyle açıklamıştır:
“Evrim teorisinin yaygın kabul gören bir teori olmasının nedeni bu teoriyi ispatlayacak yeterli delilin var olması değil, ancak diğer alternatifin yani doğaüstü yaratılışın tümüyle kabul edilemez olmasıdır.”

Ünlü İngiliz bilim adamı Chandra Wickramasinghe de Allah’ın inkar edilmesi için insanların beyinlerinin nasıl yıkandığını şöyle açıklamıştır:
Bir bilim adamı olarak aldığım eğitim boyunca, bilimin herhangi bir bilinçli yaratılış kavramı ile uyuşamayacağına dair çok güçlü bir beyin yıkamaya tabi tutuldum. Bu kavrama karşı şiddetle tavır alınması gerekiyordu… Ama şu anda, Tanrı’ya inanmayı gerektiren açıklamaya karşı olarak öne sürülebilecek hiçbir argüman bulamıyorum…
Yukarıda örnekleri verilen evrimci bilim adamlarının, doğru olmadığını bildikleri halde sadece Allah’ı inkar edebilmek için evrim teorisine ve materyalizme inandıkları kendi sözleriyle ortaya çıkmaktadır. Ve bu kişiler günümüzün önde gelen materyalist evrimcilerinden sadece birkaçıdır.
Bu insanlara verilebilecek cevap ise, Kuran’da bildirilen, Hz. İbrahim’in kendi kavmine verdiği cevaptır. Hz. İbrahim’in kavmine verdiği karşılık, onları sarsmak ve akla davet etmek olmuştur. Ayetlerde Hz. İbrahim’in sözleri şöyle haber verilmektedir:
Dedi ki: “O halde, Allah’ı bırakıp da sizlere yararı olmayan ve zararı dokunmayan şeylere mi tapıyorsunuz? Yuh size ve Allah’tan başka taptıklarınıza. Siz yine de akıllanmayacak mısınız?” (Enbiya Suresi, 66-67)
Hz. İbrahim nasıl putperestlerin putlarını kırarak ve dinsizliğin tüm dayanaklarını ortadan kaldırarak onların acizliğini ortaya koyduysa, günümüzdeki inananların da dinsizlerin ilah edindiği madde putunu kırarak dinsizliği etkisiz hale getirmeleri gerekmektedir.
Bu putların kırılmasında uygulanacak yöntem ise, kısaca şöyle maddelendirilebilir:
1. DİNSİZ AKIMLARIN İDEOLOJİLERİNİ VE SAVUNDUKLARI FİKİRLERİ ÇOK İYİ TANIMAK
Her insanın, manevi değerleri tahrip edecek faaliyetler içinde olan dinsiz akımları çok iyi tanıması, onların ideolojilerini, hangi konuda hangi fikri savunduklarını iyi bilmesi son derece önemlidir. Çünkü ancak bu yolla söz konusu çevrelerin mantık bozuklukları, sapkınlıkları, devlete ve millete zarar verecek düşünceleri, bilime ve akla aykırı yönleri deşifre edilebilir. Ve bunun sonucunda bu dinsiz ideolojilerin ne kadar zayıf temellere dayandıkları, tutarsızlıkları gözler önüne serilebilir. Ayrıca dinsiz ideolojileri yakından tanıyan vicdan sahibi kişiler, bunların devlete ve millete verebilecekleri olası zararları önceden tahmin edebilir, bu sayede gerekli önlemlerin alınması için devlete destek ve yardımcı olacak bir faaliyet içine girebilirler.
2. MATERYALİZMİN VE EVRİM TEORİSİNİN GEÇERSİZLİKLERİNİN BİLİMSEL DELİLLERİ İLE ORTAYA KONMASI
Günümüzde dinsizliğin en tehlikeli ve en yaygın dini materyalizmdir. Materyalizmi diğer dinsiz fikirlerden farklı kılan ve daha etkili olmasına neden olan bir unsur da, “bilimsel bir kılıf” içinde sunulmasıdır. Bu nedenle putperestlik ilkellik olarak adlandırılırken, materyalizm ve evrim teorisi, -putperestlikten bir farkları olmamasına rağmen- sahte bir “bilimsel saygınlık” kazanmışlardır. Dolayısıyla materyalizmin ve evrim teorisinin aslında bilimle ve akılla çelişen fikirler olduğunun ortaya çıkarılması ve bunun insanlara anlatılması son derece önemlidir.

Evrim teorisinin iddialarının tek tek ele alınarak, tüm delillerinin aslında sahte olduklarının veya bu delillerin insanlara çarpıtılarak sunulduklarının anlatılması son derece önemlidir. Bunu yaparken en son buluşların, bilim dünyasındaki gelişmelerin an an takip edilmesi, dünyanın dört bir yanında evrim konusunda ortaya atılan iddiaların hiç atlanmadan bilimsel olarak çürütülmesi, her konuda çok bol delil sunulması gereklidir.

Ayrıca bir noktayı daha belirtmekte yarar vardır: Aslında evrim teorisinin delil olarak öne sürdüğü birkaç konu vardır ve bunlar da daha en baştan çürütülmüştür. Ama evrimciler bunları sürekli bilimsel terimlerle süsleyerek, farklı kişilerin kalemlerinden veya ağızlarından, “bilimsel” bir kisve altında aktardıkları için, yeni yeni deliller sunuyor gibi görünürler. Oysa halk açısından anlaşılmaz ifadelerle, bol Latince kelimelerle, sayfalarca yazdıkları konuların özüne bakıldığında, bilimsel yönde hiçbir delil sunmadıkları anlaşılır.
Ne var ki bugün dünya insanlarının büyük çoğunluğu Darwinizm’in ne denli saçma bir iddia olduğunu görememekte ve bu teoriyi bilimsel bir gerçek sanmaktadır. Dolayısıyla, önemli bir başka hizmet de, insanların bilgilendirilmesi ve bu tehlikeye karşı uyarılmasıdır. Takdir edileceği gibi, bu hizmet ciddi bir çaba gerektirir. Herkes elinden geleni yapmalı, bu tarihi sorumluluğun ağırlığını olabildiğince yüklenmelidir.
3. KURAN’DA BİLDİRİLEN GERÇEK DİNİN ANLATILMASI

Materyalist çevreler halka kendi ideolojilerini telkin ederlerken, dine karşı saldırgan bir tutum sergilerler. Ancak bu çevrelerin dine saldırırken kullandıkları malzemeler, ya tahrif edilmiş eski dinler ya da Müslümanlık adı altında yaşanan, içine türlü hurafeler katıldığı için özünden tamamen uzaklaşmış bazı anlayışlardır.
Oysa gerçek Müslümanlık, bu çevrelerin hedef aldıkları tutucu din anlayışından tamamen farklıdır. Bu nedenle hurafelerle dolu dine karşı olarak, Kuran’da bildirilen gerçek din ahlakının insanlara çok etkili ve yaygın bir şekilde anlatılması gerekir. Kuran, içinde hiçbir çelişki bulunmayan ve Allah Katından indirilmiş bir kitaptır. Bu gerçeğin delillerinin açıkça ortaya konmasının yanı sıra, Kuran’da bildirilen ayetlerin ve anlatılan olayların insanlara aktarılmaları da son derece önemlidir. Bediüzzaman Said Nursi de “maddiyyun ve tabiiyyun felsefeleri” ile mücadelede en etkili yolun Kuran’ın hakikatlerini anlatmak olduğunu çok defa belirtmiştir:
… Beşinci olarak: Şimdi bu zamanda en büyük tehlike olan dinsizliğe, anarşistliğe, maddeciliğe karşı yalnız tek bir çare var: O da Kur’an’ın hakikatlerine sarılmaktır. Yoksa koca Çin’i, az bir zamanda komünistliğe çeviren bela, siyasi, maddi kuvvetler ile susmaz. Onu yalnızca Kur’an gerçekleri susturabilir.
Görüldüğü gibi Bediüzzaman’ın, dinsizliğin getireceği tehlikelere karşı sunduğu çözüm, Kuran ahlakının yaşanması ve yaşatılmasıdır. Ayrıca Bediüzzaman’ın dinsizliğin neden olduğu anarşi ve devlet düşmanlığının nasıl yenilebileceği ile ilgili sözlerinden bazıları da şöyledir:
Sarsılmaz bir iman isteyen ve dinsiz anarşistliğe karşı kırılmaz bir kılınç arayanlar, Büyük alamete (Kur’an’a) müracaat etsinler. (Şualar, 599)
Çünkü masonluk, komünistlik, dinsizlik doğrudan doğruya anarşistliği doğuruyor. Ve bu dehşetli duruma karşı ancak ve ancak Kuran gerçekleri etrafında İttihad-ı İslam dayanabilir… (Beyanat ve Tenvirler, s. 21)
4. ALLAH’IN VARLIĞININ DELİLLERİNİN ANLATILMASI
Aklını ve vicdanını kullanan bir insan için Allah’ın varlığı çok açıktır. Allah yarattığı her varlıkta sonsuz ilminin, aklının, gücünün delillerini insanlara göstermektedir. Ancak kimi insanlar yıllarca Allah’ı inkar etmeye yönelik bir telkin alırlar. Kimileri de bu konuda kuşku içindedirler. Dolayısıyla bu insanlara Allah’ın varlığının delillerini göstermek gerekir. Bu insanların sahip oldukları ön yargıları ve bağnaz tutumu kırmak için onlara, Allah’ın varlığına dair deliller göstermek, her varlığı tek tek inceleyerek, bunların en küçük bir parçasının dahi tesadüfen meydana gelemeyeceğini açıklamak gerekir. Hem yazılı, hem de görsel yöntemler kullanarak bu konuda çok kapsamlı bir faaliyet yürütülmesi Müslümanlar üzerine düşen büyük bir görevdir.


Apaçık gerçekleri göremeyecek kadar manevi yönden aciz hale gelen insanlar, ancak ciddi bir çabayla bulundukları gaflet uykusundan uyandırılabilirler. Allah’ın varlığını ve çevresinde gördüğü kusursuz sistemlerin tek başlarına, tesadüfler sonucunda oluşamayacağı gerçeğini kavrayan bir insan için ise, dinsizlik tehlikesi artık ortadan kalkmış olur. Çünkü Allah’a iman eden bir insan O’na karşı sorumlu olduğunu ve bundan sonraki hayatını O’nun rızası için yaşaması gerektiğini de kavrar.
Nitekim Allah Kuran’ın birçok ayetinde insanları yarattığı varlıklar üzerinde düşünmeye ve bu varlıklardan ibret almaya çağırmaktadır:



Üzerlerindeki göğe bakmıyorlar mı? Biz, onu nasıl bina ettik ve onu nasıl süsledik? Onun hiçbir çatlağı yok. Yeri de (nasıl) döşeyip-yaydık? Onda sarsılmaz dağlar bıraktık ve onda ‘göz alıcı ve iç açıcı’ her çiftten (nice bitkiler) bitirdik. (Bunlar,) ‘İçten Allah’a yönelen’ her kul için ‘hikmetle bakan bir iç göz’ ve bir zikirdir. Ve gökten mübarek (bereket ve rahmet yüklü) su indirdik; böylece onunla bahçeler ve biçilecek taneler bitirdik. Ve birbiri üstüne dizilmiş tomurcuk yüklü yüksek hurma ağaçları da. Kullara rızık olmak üzere. Ve onunla (o suyla) ölü bir şehri dirilttik. İşte (ölümden sonra) diriliş de böyledir. (Kaf Suresi, 6-11)
İşte bu nedenle, “dinsizliğin dini” ile mücadelede en etkili yöntemlerden biri de insanların çevrelerindeki iman hakikatlerini, Allah’ın varlığının ve yüceliğinin delillerini görebilmelerini sağlamaktır. Allah Kuran’da “Rabbinin nimetini durmaksızın anlat” (Duha Suresi, 11) ayetiyle bu gerçeği haber vermektedir. Müslümanların da Allah’ın insanlar için yaratmış olduğu tüm nimetleri, içinde bulundukları çağın en etkili yöntemleri kullanarak, insanlara durmaksızın anlatmaları gerekmektedir.
5. KURAN AHLAKI YAŞANDIĞINDA NASIL BİR HAYAT OLACAĞINI AÇIKLAMAK
Allah Kuran’da insanlara güzel ahlakı, adaleti, sevgi, şefkat ve merhameti, fedakarlığı, sabrı, diğer insanların çıkarlarını kendi çıkarlarının üzerinde tutmayı, devlete saygı, sevgi ve itaati, barış ve güvenliği sağlamayı, insanların arasını düzeltmeyi, fakir ve zavallıları koruyup kollamayı, çalışkanlığı, Allah rızası için hizmet etmeyi emreder. Bu özelliklerin hakim olduğu bir milletin nasıl bir üstünlüğe, refah ve huzur ortamına sahip olacağı ise açıktır.

İnsanların birçoğu Kuran’da bildirilen din ahlakını tanımadıkları için, onlara Kuran ahlakının insanlara sunduğu güzelliklerin anlatılması, asıl din ahlakını yaşamanın kolay ve insanın yaratılışına en uygun hayat olduğunun gösterilmesi gerekir. Böylece insanlar tüm dünyada yaşanan sorunların çözümünün Kuran’da olduğunu da göreceklerdir. Allah bir ayetinde Kuran’ın indiriliş amacını şöyle bildirir:
… Biz Kitabı sana, herşeyin açıklayıcısı, Müslümanlara bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik. (Nahl Suresi, 89)


6. VİCDANLI İNSANLARIN BİRLİK OLMALARI
Dinsizlikle mücadele konusunda Müslümanların çaba harcamaları, tüm imkanlarını birleştirerek, devleti ve milleti elbirliği ile bu tehlikeden korumaları son derece önemlidir. Her insan bu fikri mücadelede ne kadar çok hizmet ederse, dinsizliğin yeryüzünden silinmesi ve böylece “yeryüzünde fitne kalmaması” da o kadar hızlı olacaktır.
Birlik (tesanüd), imanlı insanlara hem maddi hem de manevi bir kazanç sağlar. Allah müminlere birçok ayetinde birlik içinde davranmalarını ve aralarında çekişmemelerini emreder:
Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir. (Enfal Suresi, 46)
Allah, bir başka ayetinde de müminlere eğer aralarında çekişirlerse yeryüzünde fesat oluşacağını bildirir:
İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur. (Enfal Suresi, 73)
Bu ayetten de anlaşılacağı gibi, Allah’ın dinini inkar eden, toplumları helaka sürükleyen zalim kişilere karşı şerefli bir mücadele imkanı varken, Müslümanların birbirleriyle çekişmelerinin, hayırlı faaliyetlerine engel olmalarının Allah Katında çok büyük bir sorumluluğu olabilir.

Müminlerin birbirlerine yardımcı olmalarının yanı sıra, birbirlerinin hizmetlerini teşvik etmeleri, güzel bir hizmette bulunanı takdir etmeleri de gerekir. İmanlı insanların kardeşlik duyguları içinde, birbirlerine destek olmaları gerektiğine Bediüzzaman da birçok kereler dikkat çekmiştir. Said Nursi’nin bu sözlerinden biri şöyledir:

Ey ehl-i iman! Zillet içinde esaret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınıza alınız. İhtilafınızdan istifade eden zalimlere karşı, “Ancak inananlar kardeştir” (Hucurat Suresi, 10) kutsal kalesinin içerisine giriniz, korununuz. Yoksa ne hayatınızı muhafaza ve ne de hukukunuzu müdafaa edebilirsiniz. Malumdur ki iki kahraman birbiriyle boğuşurken, bir çocuk ikisini de dövebilir. Bir tartıda, iki dağ birbirine karşı tartılırsa, bir küçük taş dengelerini bozup, onlarla oynayabilir. Birini yukarı, birini aşağı indirir.
İşte ey ehl-i iman! İhtiraslarınızdan ve düşmanca taraf tutmanızdan kuvvetiniz hiçe iner. Az bir kuvvetle ezilebilirsiniz. Sosyal hayatla alakanız varsa, ‘Mümin mümin için sağlam bir binanın birbirine kuvvet veren taşları gibidir’ yüksek prensibini, hayat prensibi yapınız. Dünya sefilliğinden ve ahiret sıkıntısından kurtulunuz.
BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ’NİN DİNSİZLİKLE MÜCADELEDE GÖSTERDİĞİ YOL
Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur’un birçok yerinde dinsizlikle mücadele konusunda inananlara yol göstermiştir. Bir sözünde ise, yukarıda değindiğimiz konularla ilgili olarak şöyle demiştir:
… Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı san’at, marifet, ittifak silahıyla mücadele edeceğiz…
Said Nursi’nin bu sözleri insanların dinsizliğe karşı mücadelesinin ne şekilde olacağını anlamak açısından çok önemlidir. Bediüzzaman yukarıdaki sözünde üç tehlikeye dikkat çekmektedir: Cehalet, zaruret ve ihtilaf…
İlk tehlikeye karşı, yani cehalete karşı halkın bilinçlendirilmesi son derece önemlidir. Yaşadığımız toplumda insanların büyük çoğunluğu dindardır, Allah’a ve dine inanır. Ancak yine büyük çoğunluğu dinin ve manevi değerlerin karşısında yer alan tehlikelerin farkında değildir. Örneğin “hem dindarım hem de evrime inanıyorum” diyebilecek kadar evrim teorisinin içeriğinden ve hedeflerinden habersiz olanlar vardır. Ya da reenkarnasyon gibi batıl inançlara inanan ve bunu İslam’la uyumlu sanan kimseler bulunmaktadır. Bu sebeple bu konudaki cehaletin, yani bilgi eksikliğinin hızla ortadan kaldırılması şarttır.
Bediüzzaman’ın dikkat çektiği ikinci tehlike ise zaruret yani parasızlıktır. Günümüzde dünya üzerindeki Müslüman ülkelerin büyük bir bölümünde, “açlık, yoksulluk, parasızlık” temel sorunların başında gelmektedir. “Parasızlığın” her ülkeye göre değişen nedenleri bulunmaktadır. Kimi ülkelerde ekonomik bozukluklar, yönetimdeki aksaklıklar, kimi ülkelerde ise savaşlar, despot yönetimler ya da iç çatışmalar insanların yoksulluk çekmelerine neden olmaktadır. Mülteci kamplarında zor koşullar altında yaşayan, evlerini terk etmek zorunda kalan, ağır şartlar altında çalışmaya zorlanan, eğitim imkanı olmayan insanlar yardıma muhtaç durumdadırlar. İşte bu zor şartlarda yaşayan insanların Kuran ahlakı, Allah’ın yaratış delilleri, materyalist ve Darwinist teorilerin dünya üzerindeki yıkıcı etkileri üzerinde bilgilendirilmeleri tüm Müslümanların üzerine düşen çok önemli bir sorumluluktur. Ancak bu insanların öncelikle sağlıklı yaşam koşullarına kavuşturulmaları gerekmektedir. Bediüzzaman’ın da dikkat çektiği bu “zaruret” tehlikesi mutlaka ortadan kaldırılmalı, Müslümanların dinlerini rahatça yaşayabilecekleri bir ortam oluşturulmalıdır. Bunun için Allah’a iman eden her Müslümanın elinden gelen tüm çabayı göstermesi gerekmektedir. Allah Nisa Suresi’nde iman sahiplerine bu sorumluluklarını şu şekilde bildirmektedir:
Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: “Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla” diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına cehd etmiyorsunuz (çaba harcamıyorsunuz)? (Nisa Suresi, 75)
Said-i Nursi’nin son olarak dikkat çektiği ihtilaf tehlikesi de bugün mevcuttur. Bugün dünyada insanlar arasında birçok konu ihtilaflıdır. Çoğu zaman fikir birliğine varılamamakta ve pek çok konu tartışmalara, çatışmalara dönüşmektedir. Oysa aklın ve vicdanın yolu birdir. Bu nedenle bu ihtilafın getireceği kargaşa ve kaos tehlikesine karşı doğrular çok açık bir şekilde ve bilimsel delillerle ortaya konmalıdır. Canlılığın kökeni konusunda da bu yol kullanılmalı, gerçekler tüm açıklığı ile anlatılmalıdır. Bu yolla halkın yanı sıra kuşku içinde olan bir çok materyalist ve evrimci de vicdanlarına başvurarak, gerçeğe ve doğru yola yönelme imkanı bulacaktır.
Bediüzzaman, bu üç tehlikeye karşı önlem alırken göz önünde bulundurulması gereken konuları da sözlerinde vurgulamaktadır. Bu konuların ilki sanattır. İnsanların dinsizliğin diniyle yapacakları mücadelede sanat çok önemli bir yer tutmaktadır. Burada “sanat” kelimesiyle pek çok şey kastedilmiştir. Allah’ın çevremizdeki sanatının tüm güzelliğiyle anlatılması en önemli konulardan biridir. Ayrıca her türlü yazılı eserde kullanılan resimlerle, dildeki açıklık ve sadelikle, baskı kalitesiyle dindar insanların üstün sanat anlayışlarını ortaya koymak da son derece önemlidir. Bunun yanında sözlü anlatımdaki hikmet de sanatın bir türüdür. Seçilen kelimeler, kullanılan örnekler, anlatımdaki çarpıcılık ve etkileyicilik karşıda bırakılacak etki açısından çok önemlidir. Evrim teorisi gibi sözde bilimsel bir konuyu anlatırken son derece karmaşık bir anlatım yolu benimseyen evrimcilerin aksine, anlatımdaki sadelik insanların gerçekleri anlamasına çok büyük bir kolaylık sağlayacaktır.
Bediüzzaman’ın dikkat çektiği marifetli anlatım da, Allah’a samimi kalple iman eden insanların belirgin bir vasfıdır. Bu samimiyet ve dürüstlük, onların anlatımlarına çok açık bir şekilde yansır. Ayrıca anlatılacak konuların aciliyete göre belirlenmesi, yine aciliyetli konuları halka ulaştırma yolları ve şekilleri tespit edilmesi, hep vicdanlı insanlara has birer marifettir.
Bediüzzaman Said Nursi’nin gösterdiği son yöntem olan ittifak ise, milletimizin refahını ve güvenliğini isteyen herkesin yerine getirmesi gereken bir vazifedir. İnananların Allah’ın varlığını inkar eden ve manevi değerlere karşı savaş açan kişilere karşı birbirlerine destek olmaları son derece önemlidir. Bu birliği bozmak için yapılacak her türlü girişim de etkinin azalmasına neden olacaktır. Eğer bir Müslüman, “Darwinizm zaten bitmiştir” veya “Darwinizm’i çürütmeye çalışmaya ne gerek var” diyerek bu yönde yürütülen fikri mücadeleyi olumsuz yönde eleştirirse, aslında farkında olmadan bu mücadele içinde ihtilaf meydana getirmiş olur. Halbuki samimi insanların, devletimizin ve milletimizin refahını düşünenlerin, Darwinizm’in ve komünizmin son zerresi de yok olana kadar fikri zeminde mücadeleye devam etmeleri gerekmektedir. Çünkü Darwinizm henüz tam anlamıyla tükenmemiştir. Evrimciler yalnızca büyük bir panik içinde son çırpınışlarını göstermektedirler, ama yapılacak daha çok iş vardır. Bu nedenledir ki bu tehlikenin bir daha oluşum göstermeyecek şekilde kökünün kazınması ve tüm insanlığın kanına giren bu zehirin akıtılması son derece önemlidir ve çok büyük bir aciliyet arz etmektedir. Bu çarpık inançların dünya üzerinden silindiğini ancak, terörün, anarşinin, din ve devlet düşmanlığının, zulmün durması ile anlayabiliriz. Bugün masum insanlar katlediliyorsa, devletin şerefli askerine, polisine teröristler tarafından silah çekiliyorsa, dünyanın dört bir yanında zulüm hüküm sürüyorsa bu, materyalizmin ve Darwinizm’in henüz son bulmadığının ve bu ideolojinin taraftarlarının hala eylemlerini sürdürdüklerinin göstergesidir.
Bu durumda vicdanlı insanların üzerine düşen görev bellidir. Allah Kuran’da “fitne kalmayıncaya ve dinin hepsi Allah’ın oluncaya kadar…” (Enfal Suresi, 39) ayetiyle dinsizliğin dini ile mücadele etmeyi emretmiştir.

DARWINİZM’LE MÜCADELENİN ÖNEMİ

DARWINİZM’LE MÜCADELENİN ÖNEMİ

Darwinizm, Allah’ın varlığı ve birliğini, insanların Rabbimiz’e karşı sorumlu olduklarını inkar eder. Materyalizmin ve din ahlakına uygun olmayan akımların dayanak noktasıdır. Bu nedenle bilimsel olarak çürütülmüş olmasına rağmen, ideolojik kaygılarla sürekli ayakta tutulmaya çalışılmaktadır.
Evrenin ve insanın, kör tesadüflerin eseri olduğu yanılgısını savunan Darwinist-materyalist akımlar, sözde bir tür hayvan olan insanların arasındaki ilişkilerin de hayvani olması gerektiğini iddia ederler. Bu sapkın görüş, bencilliği, acımasızlığı, kavgayı, çatışmayı, adam öldürmeyi kendince makul görür. Merhamet, sevgi, şefkat, saygı gibi duyguları ise sözde evrim sürecini gerileten birer engel olarak kabul eder. Darwinist telkinlerle insan sevgisinden uzak, zalim, saldırgan, çıkarcı insanlar yetişir.
Darwinizm, 150 yılı aşkın bir süredir dinsizliği, ahlaksızlığı, anarşiyi, kavgayı ve çatışmayı toplumlara telkin etmekte ve Darwinizm’in bu telkinleri büyük toplumsal felaketlere sebep olmaktadır. Savaşlar, katliamlar, anarşi ve terör olaylarıyla geçen 20. yüzyıl, bu durumun bir delilidir. Diğer milletleri sözde evrim sürecini tamamlayamamış bir tür hayvan olarak gören, ilerlemenin ancak çatışmakla mümkün olduğunu sanan, insanlar arasında da vahşi doğa kanunlarının geçerli olduğuna inananlar dünyayı kan gölüne çevirmişlerdir.
Günümüzde de Darwinist propaganda yoğun olarak devam etmektedir. Gençler, sorumsuz oldukları telkinleri verilerek ahlaksızlığa, diğer insanların değersiz olduğu söylenerek acımasızca onları ezmeye, çatışmanın sözde makul olduğu iddia edilerek kavgaya, anarşiye ve teröre itilmektedir. Pek çok ülke, Darwinizm kaynaklı toplumsal sorunlarla mücadele etmektedir.
Bu durum karşısında, insanlığın Darwinizm’in tehlikelerine ve aldatmacalarına karşı uyarılması ve böylesine tehlikeli bir zihniyetin fikren etkisiz hale getirilmesi hayati öneme sahiptir. Ne var ki, Darwinizm’i ve sebep olduğu tehlikeleri kavrayamayan insanlar, Darwinizm’e karşı yürütülen ilmi mücadelenin de önemini anlayamamaktadır.
Bu kişiler Darwinizm’le ilmen mücadele etmek yerine, bu mücadeleyi göz ardı edebilmek ve bu mücadeleden kaçınabilmek için farklı yollara başvururlar. Bazıları, “Darwinizm aslında bu kadar önemli bir konu değil” diyerek kendilerince bu fikri mücadeleyi önemsiz görmeye ve göstermeye çalışır. Bazıları da, İslam ile evrim teorisi arasında sözde “orta bir yol” oluşturmayı hedefler. Bunun için kendilerince Darwinizm’le İslam’ı bağdaştırmaya uğraşırlar.“Darwinizm’i Müslümanlaştırma çabası” olarak adlandırabileceğimiz bu tutum, çok ciddi hatalar ve yanılgılar içermektedir. Darwinizm’le İslamiyet arasında kendince fikri bir “uzlaşma” aramak, Müslüman için asla söz konusu olmamalıdır. Ortaya atılma sebebi, Allah’ı ve yaratılışı inkar etmek olan bir teori ile “uzlaşmak” samimi olarak iman edenler için mümkün değildir. Üstelik, Kuran ayetlerinde de, Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde de evrime işaret eden tek bir açıklama dahi bulunmamaktadır.
Şu önemli gerçeği bir kez daha hatırlatmak gerekir ki, inançlı insanların, yaratılış gerçeğine tamamen karşı olan bir teoriyi tehlikesiz ve zararsız görmeleri, onun gelişmesine seyirci kalmaları, Darwinizm’in toplumda giderek yayılmasına ve kaçınılmaz olarak ateizmi güçlendirmesine dolaylı bir destek olacaktır. Bu nedenle dindarların, evrim teorisinin altında yatan felsefeyi iyi anlamaları gerekir: Evrim teorisi, materyalist felsefenin sözde “bilimsel” görünen bir üslupla ifade edilmesinden ibarettir. Materyalist felsefe ise “dinsizliğin dini”dir.
Darwinizm’e karşı yürütülecek ilmi mücadelenin son derece kapsamlı olması ve dünya çapında yürütülmesi şarttır. Çünkü Darwinizm, tüm toplumları hedef almakta, insanlığı büyük felaketlere sürüklemektedir. Gazete ve dergi yazıları, belgesel filmleri, televizyon programları aracılığıyla yoğun olarak devam ettirilen Darwinizm propagandasına karşı, bu sapkın ideolojinin bilimsel olarak hiçbir değerinin olmadığı ve ne gibi tehlikeler içerdiği herkese anlatılmalıdır. Evrim teorisinin bilimsel olarak çöktüğünü, Darwinist propagandanın içi boş telkinlerden ibaret olduğunu görenlerin sayısı arttıkça, Darwinizm belasının etkisi azalacaktır. İnsanları inançsızlığa ve dinsizliğe sürükleyen Darwinizm’in fikren ortadan kalkmasıyla, din ahlakı hızla yayılacak, yeryüzüne barış, güvenlik ve huzur hakim olacaktır.
DARWINİZM NASIL BİR TEHLİKE?
Tüm evrenin ve canlılığın kör tesadüflerin eseri olduğunu iddia eden Darwinizm, günümüzün en tehlikeli ideolojisidir. Materyalizm, komünizm ve faşizm başta olmak üzere, insanlığa felaket getiren tüm zararlı ideolojik akımların sözde bilimsel dayanağı olan Darwinizm, yaklaşık 150 yıldır ideolojik kaygılarla ayakta tutulmaya çalışılmaktadır.
Ancak Darwinizm hakkında yeterli bilgiye sahip olmayan ya da bu materyalist ideoloji hakkında derinlemesine düşünmemiş olan kimseler, Darwinizm’in nasıl bir tehlike olduğunun farkına varamayabilirler. Evrim teorisinin ortaya atıldığından bu yana sosyal ve ahlaki olarak ne büyük felaketlere yol açtığını bilmedikleri için de, Darwinizm’le yapılan fikri mücadelenin ne kadar hayati olduğunu anlayamıyor olabilirler. Oysa       Allah’ın varlığını ve birliğini, insanların Rabbimiz’e karşı sorumlu olduğu gerçeğini reddeden Darwinist ideoloji, insanlara kör tesadüflerin eseri ve sözde bir tür hayvan oldukları telkinlerini yaparak büyük yıkımlara zemin hazırlar. Hayatı bir mücadele alanı olarak kabul eder, zayıfları ezilmeye ve yenilmeye mahkum bireyler olarak gösterirken, sadece güçlülerin ayakta kalacağı iddiasında bulunur. İşte bu nedenle Darwinizm’le ilmi mücadele çok önemli ve çok aciliyetlidir. Bu mücadeleyi “gereksiz” ya da “önemsiz” göstermeye çalışmak ise çok büyük hatalar içeren bir girişimdir.
Darwinizm’le yapılan ilmi mücadelenin önemini kavramak isteyen bir kişi, bu teorinin hangi iddiayla ortaya çıktığını, kökenlerini ve 150 yıldır insanlık üzerinde yaptığı büyük yıkımı incelemelidir. Bu araştırma, söz konusu kişiye evrim teorisinin asla    Allah inancıyla bağdaşamayacağını, Allah inancı ile evrim teorisi arasında bir orta yol bulmanın kesinlikle mümkün olmadığını gösterecektir. Bunun nedeni Darwinizm’in, materyalist ve ateist kökenleridir.
Din ahlakı insanlara sevgi, şefkat, merhamet, anlayış gibi güzel özellikler kazandırır. Darwinizm ise insanlara sorumsuzluk ve amaçsızlık telkini verir. Darwinist telkinler insan sevgisinden uzak, acımasız, bencil, çıkarcı bireylerin yetişmesine neden olur.
Darwinizm’in ortaya çıkışının toplumsal hayat üzerindeki olumsuz etkileri dikkatle incelendiğinde, Darwinizm öncesi ve Darwinizm sonrası olarak iki farklı dönemin varlığı hemen fark edilir. Darwinizm öncesinde materyalist ideoloji zayıftır, toplumun geneli tarafından destek görmemekte, etki alanı sadece küçük azınlık gruplarıyla sınırlı kalmaktadır. İnsanların çoğunluğu Allah korkusu ve Allah sevgisinden temel bulan ahlaki değerlere önem vermektedir. İnsanlığın ve evrenin nasıl oluştuğu sorusunu büyük çoğunluk, “Allah yarattı” şeklinde cevaplamaktadır. Materyalist-ateist görüşler toplumun çoğunluğu tarafından tepkiyle karşılanmaktadır. Çünkü bu çevrelerin inkarlarını destekleyebilecekleri bir teorileri yoktur. Ancak evrim teorisinin ortaya atılmasıyla birlikte çok şey değişmiştir. Evrim teorisi, materyalizme sözde bilimsel bir dayanak olarak insanlara sunulmuş, hiçbir doğruluk payı olmamasına rağmen canlılığın ortaya çıkışını açıklayan bir teori gibi tanıtılmıştır. Sahte deliller, hileler, sahtekarlıklar, çarpıtmalar, aldatmacalar, göz boyamalar ve demagoji gibi çok yönlü propaganda yöntemleriyle insanlara telkin edilmiş, bunun neticesinde de geniş kabul görmüştür.
Darwinizm’in önce İngiltere’de daha sonra da tüm Avrupa ve Amerika’da ateizme sağladığı destek, Oxford Üniversitesi’nden Prof. Alister McGrath tarafından şöyle ifade edilir:
Charles Darwin’in evrim teorisinin, Viktorya İngilteresi’nde için için hareketlenmeye başlayan inanç krizini alevlendirdiği tartışılmaz bir gerçektir. Batı dünyasını ateizme yönelttiği iddia edilecek bir teori varsa, o da hiç kuşkusuz Charles Darwin’in Türlerin Kökeni kitabında ortaya koyduğu teoridir… (The Twilight Of Atheism, s. 98)
Günümüzde de Rusya, Çin ve bazı Avrupa ülkeleri başta olmak üzere, dünyanın büyük bölümünde bilimin geçersiz kıldığı evrim teorisi halen etkinliğini sürdürmekte, insanların din ahlakından uzaklaşmasına sebep olmaktadır.
Darwinizm’in akıl ve bilim dışı telkinleriyle insanlar, çocuk yaştan itibaren acı ve zulümle sonuçlanacak bir yola yöneltilmektedir. Tüm dünya okullarında, lise ve üniversite yıllarında, insanın sözde gelişmiş bir hayvan cinsi olduğu, toplumlar arasında orman kanunlarının geçerli olduğu, güçlü olanların her zaman haklı da olsa zayıf olanları ezeceği, hayatın adeta bir “yaşam mücadelesi” olduğu yalanlarıyla aldatılan gençler, yaşadıkları toplumda büyük sorunlara neden olmaktadırlar. İnsan sevgisinden uzak, zalim, saldırgan, bencil, ahlaki değerlere önem vermeyen nesiller yetiştiren Darwinist sistemde, çoğu ülke kendi vatandaşlarıyla büyük sorunlar yaşamaktadır. Holiganlar, neo-naziler, faşistler, komünistler, anarşistler, teröristler bu ülkeleri yaşanmaz hale getirmekte, yöneticiler de, sorunun neden kaynaklandığını çok iyi bildikleri halde, bu durumu düzeltmeye güç yetirememektedirler.
12 Şubat 2001 tarihli Newsweek dergisi, bağımlılıkla mücadele konusuna kapağında yer vermiş ve pek çok ülkede uyuşturucu kullanımının çok önemli bir sorun haline geldiğine dikkat çekmiştir.
Time dergisinin “Kayıp Gençlik” başlıklı haberinde, gençler arasında dejenerasyonun yayılması üzerinde durulmuştur.
Başta gençler arasında olmak üzere ahlaki dejenerasyonun ve suç oranlarının artmasının ardında yatan gerçek, Darwinizm’in telkinleridir. Gençlere sürekli, sözde bir hayvan türü oldukları, değersiz ve amaçsız oldukları, çatışmanın hayatın adeta bir kanunu olduğu telkin edilip, daha sonra da neden dejenere olduklarını sorgulamak samimi bir tutum değildir. Ahlaki dejenerasyonun önüne geçmek, Darwinist telkinlere son verilmesi ve din ahlakının anlatılmasıyla mümkündür.


Darwinizm’in, ‘doğanın bir mücadele ve çatışma yeri olduğu’ yalanı toplumlara uygulandığında, sonuç acı, kan ve gözyaşı olmuştur.
Oysa yapılması gereken, sorunun temel kaynağının ortadan kaldırılması, yani Darwinizm’in fikren etkisiz hale getirilmesidir. Zira, yaşanan pek çok örnek adli ve askeri tedbirlerin tek başına yeterli olmadığını göstermiştir. Unutulmamalıdır ki, ısırgan otlarını biçmekle ısırganlar tükenmez. Biçilen yerlerden daha gür ve çok dallı olarak gelişir. Çözüm, ısırgan otunu kökünden çıkarıp atmaktır. Günümüzde pek çok toplumun yaşadığı ahlaki ve toplumsal sorunların temelinde de, Darwinist telkinler yer almaktadır. Ve bu Darwinist telkinlerin yanlışlığı ortaya konulmadıkça, sorunlar kalıcı çözüme kavuşmayacaktır.
Vahşet İdeolojilerinin Temelinde Darwinizm Vardır
Darwinizm’le İslam dini arasında sözde bir orta yol bulmaya çalışan, kendilerince bu sapkın teoriyi Müslümanlaştırabileceklerini sananlar, teorinin insanlık üzerindeki tahribatını görmezden gelirler. Faşizm, komünizm gibi vahşet ideolojilerinin Darwinizm’le hayat bulduğunu göz ardı ederler. Oysa, 20. yüzyılda yaşanan savaşları, çatışmaları, anarşi ve kargaşa olaylarını incelediğimizde, karşımıza hep Darwinizm çıkar.
Evrim teorisi, ortaya atıldıktan kısa bir süre sonra biyoloji ve paleontoloji gibi bilim dallarının dışına çıkarak, insan ilişkilerinden tarihin yorumlanmasına, politikadan toplum hayatına kadar birçok alanda etkili olmaya başlamıştır.

Özellikle de Darwinizm’in “doğanın bir mücadele ve çatışma yeri olduğu” yalanı toplumlara uygulandığında, Hitler’in üstün ırkı oluşturma saplantısı, Marx’ın “İnsanlık tarihi sınıf çatışmalarının tarihidir” yanılgısı, kapitalizmin “güçlülerin zayıfların üzerine basarak daha da güçlenmelerini” öngörmesi, üçüncü dünya ülkelerinin emperyalist ülkeler tarafından acımasızca sömürülmeleri, insanlık dışı muamelelere maruz kalmaları, zencilerin hala ırkçı saldırılar ve ayrımcılıkla yüz yüze olması, sözde bilimsel bir kılıf kazanmıştır. İnsanları kendilerince gelişmiş bir hayvan gibi görenler, zayıf olanların üzerine basarak yükselmekten, hasta ve zayıf olanları bir şekilde yok etmekten, farklı ve aşağı gördükleri ırkları ortadan kaldırmak için katliamlar yapmaktan çekinmemişlerdir. Çünkü bilim maskesi takmış teorileri, onlara bunun sözde “doğanın bir kanunu” olduğunu söylemektedir.
 Darwinizm’le İlmi Mücadele Tüm Müslümanların Sorumluluğudur

Darwin canlılığı, 19. yüzyılın ilkel araçları ile incelemiş ve bu nedenle yaşamın kompleksliğinin farkına varmamış, canlılığın kör tesadüflerin eseri olabileceği gibi büyük bir yanılgıya kapılmıştı.
İçinde bulunduğumuz dönemdeki teknolojik imkanlar, Müslümanlar için çok büyük birer nimettir. Bu nimetlerden gereği gibi faydalanıldığında, Darwinizm’e ve materyalizme karşı yürütülecek fikri mücadele çok daha kolay ve hızlı olacaktır. Önemli olan hiç kimsenin, “Ben ne yapabilirim ki?”, “Benim gayretim neyi değiştirir ki?” gibi yanlış bir düşünce içinde olmamasıdır. Herkesin, olanaklarının ölçüsü ne olursa olsun, bunu ne kadar kullandığı, samimiyetle ne derece çaba sarf ettiği önemlidir. Neticeyi takdir edecek olan Yüce Allah’tır. Allah, samimi olarak çaba gösterenlerin çalışmalarını en güzel şekilde neticelendirir. Herkesin gösterdiği çabanın karşılığını eksiksiz alacağı Kuran’da şöyle haber verilmiştir:
Şüphesiz insana kendi emeğinden başkası yoktur. Şüphesiz kendi emeği (veya çabası) görülecektir. Sonra ona en eksiksiz karşılık verilecektir. Elbette son varış Rabbine olacaktır. (Necm Suresi, 39-42)
Tüm insanlar arasında Kuran ahlakının yaygınlaşması için çaba harcamak, iman ve vicdan sahibi tüm insanların sorumluluğudur. Allah, Kuran’ın“Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.” (Al-i İmran Suresi, 104) ayetiyle bu yükümlülüklerini iman edenlere bildirmiştir. Kuran ahlakının tebliğ edilmesinin önemli bir aşaması da, insanları Kuran ahlakından uzaklaştıran fikri unsurların ortadan kaldırılmasıdır. Din ahlakının yaşanmasına ve yayılmasına engel olan ideolojiler fikren etkisiz hale getirildiğinde, insanların doğruyu görmeleri daha kolay olacaktır.
Bir başka ayette ise Allah tüm inananlara “…Artık hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah’adır…” (Maide Suresi, 48) şeklinde buyurmuştur. İçinde bulunduğumuz dönemde materyalizmin ve ateizmin ilmen mağlup edilmesi, en hayırlı çalışmalardan biridir. Allah’ın izniyle bu çalışma, dinsizliğin sonunu getirecek, din ahlakının yeryüzüne hakim olmasına vesile olacaktır. Bu nedenle her Müslüman elindeki imkanlar ölçüsünde Darwinizm’i fikren ortadan kaldırmaya, Kuran ahlakının tebliğ edilmesine destek olmaya çalışmalıdır.
Bu konudaki yanlış düşüncelerden biri de, “İmkanları olanlar zaten ellerinden geleni yapıyorlar, benim başka birşey yapmama gerek yok” mantığıdır. Oysa, her insan, Allah’ın Kuran’da bildirdiği hükümleri uygulamak, ahlakı yaşamak, sorumlulukları yerine getirmek konusunda yalnızca kendi nefsinden sorumludur. Nasıl ki bir kişi bir başkasının yaptığı hatalardan, işlediği günahlardan –gereken uyarı ve hatırlatmaları yaptıktan sonra- sorumlu olamazsa, başkasının yaptığı güzel davranışlardan da- eğer kendisinin bunda bir desteği yoksa- bir pay alamaz. Ahiret gününde herkes tek başına Rabbimiz’in huzuruna çıkacak ve yaptıkları ve yapmadıkları nedeniyle tek başına hesap verecektir. Bu gerçek Kuran’da şöyle bildirilmiştir:
Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi (bugün de) ‘teker teker, yapayalnız ve yalın (bir tarzda)’ Biz’e geldiniz ve size lütfettiklerimizi arkanızda bıraktınız… (Enam Suresi, 94)
Her Müslüman, diğer konularda olduğu gibi, inkara karşı yaptığı fikri mücadeleden, bu konuda ne kadar gayret gösterdiğinden, din ahlakının yayılması için nasıl çaba harcadığından da tek başına hesap verecektir. Bu durumda yapılması gereken, nefsin öne sürdüğü mazeretlere aldanmadan, elinden gelenin en fazlasını yapmak, dinsizliğin son bulması için gücünün yettiği oranda gayret etmektir. Allah yolunda samimiyetle çaba gösterenlere, Allah muhakkak yol gösterecek, onları yardımıyla destekleyecektir. Rabbimiz müminleri şöyle müjdelemiştir:
… Allah Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, aziz olandır. (Hac Suresi, 40)
Bir şeyi dilediği zaman, O’nun emri yalnızca: “Ol” demesidir; o da hemen oluverir.
(Yasin Suresi, 82)
Bilimsel Delillerin Açık ve Net Olarak Sunulması Gerekir

İlkel bilim seviyesinin ürünü olan Darwinizm, özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısında elde edilen bilimsel bilgi ve bulgularla yıkılmıştır.
Darwinistler teorilerinin sözde bilimsel olduğu iddiasıyla ortaya çıkmakta ve sürekli bunun propagandasını yapmaktadırlar. Bu durum karşısında Müslümanların Darwinizm’e cevabının da bilimsel olması, bilim adına öne sürülen iddiaların yine bilimle çürütülmesi önemlidir.
Darwinizm’e karşı bilimsel tüm gelişmeler yakından takip edilerek, bu gelişmelerin ortaya koyduğu gerçekler toplanarak, açık ve net deliller sunularak mücadele edilmesi gereklidir. Yeterince bilgi ve delil sunmadan, “Madem insanlar maymundan geldi, niye o zaman hala maymunlar var, onlar niye insana dönüşmüyor” gibi yıllardır alışılagelmiş bazı örnekler verilerek Darwinizm’in fikren mağlup edilebileceğini sanmak, olayın boyutlarının yeterince düşünülmemesinden kaynaklanmaktadır.

Çok çeşitli kaynaktan sürekli Darwinizm propagandasına maruz kalan bir insanın, basit ve sıradan örneklerle kalıplaşmış düşünce yapısını değiştiremeyeceği açıktır. Bu nedenle bilimin evrim teorisini desteklediğini sanan insanlara, bizzat bilimin ortaya koyduğu sonuçları sunarak, evrimin bilim dışı olduğunu göstermek gerekir.
Doğal seleksiyonun evrimleştirici bir gücü olmadığı, yıllardır evrime sözde bir delil gibi gösterilen endüstri kelebekleri konusunun evrimci iddiaları desteklemediği, kambriyen dönemi bulgularının evrimle açıklanmasının mümkün olmadığı, mutasyonların canlıların yapısına zarar verdiği, onları geliştirip ilerletmediği bilimsel delilleriyle ortaya konulmalıdır. Fosil kayıtlarının, canlıların kademeli olarak bir diğerinden meydana gelmediğini gösterdiği, öne sürülen fosil örneklerinin birer sahtekarlık ürünü oldukları, fosil kayıtlarında milyonlarca yıldır canlıların yapısında en küçük bir değişiklik olmadığının görüldüğü, yaşayan fosillerin evrim teorisi için bir çıkmaz olduğu, insanın hayali soy ağacının yüzlerce delil ile çürütüldüğü, proteinin, hücrenin, DNA’nın, RNA’nın tesadüflerle meydana gelmesinin imkansız olduğu açık ve net olarak anlatılmalıdır. Cansız madde yığınının canlılığı meydana getiremeyeceği, şuursuz atomların biraraya gelerek düşünen, sevgi duyan, sevgiden hoşlanan, merhamet eden, gülen, muhakeme yeteneğine sahip olan bir varlık oluşturamayacakları, göz ve kulak gibi organlardaki kusursuz düzenin aşamalı olarak meydana gelemeyeceği akılcı örneklerle açıklanmalıdır. Varyasyonun evrimsel bir delil olmadığı, antibiyotik direncinin evrime delil kabul edilemeyeceği, körelmiş organlar diye birşey olmadığı, canlılardaki benzerliğin Darwinizm’i desteklemediği, moleküler homolojinin geçersiz bir iddia olduğu, evrim teorisinin embriyolojik bir dayanağının olmadığı gibi konular ispatlarıyla sunulmalıdır.
İnsanların büyük çoğunluğu, yukarıda saydığımız gerçeklerden habersiz olduğu için Darwinizm’in telkinlerine aldanmaktadır. Bu gerçekler, açıklayıcı örneklerle, bilimsel bulgularla, delil ve ispatlarıyla anlatıldığında pek çok kişi gerçekleri görecektir. Bu nedenle Müslümanların geçiştirici cevaplar vermek, üstün körü açıklamalar yapmak yerine, bilimsel delilleriyle Darwinizm’i çürütmeleri gerekir. Aksi bir üslupla Darwinizm’i fikren mağlup etmek mümkün değildir. Delilleriyle açıklandığında ise Darwinizm’i mağlup etmek çok kolaydır.
Dolayısıyla, Müslümanların bu konuda kendilerini yetiştirmeleri, bilgilerini artırmaları da önemlidir. Bir ateistin, materyalistin, Darwinistin öne sürdüğü iddiaları en hikmetli şekilde çürütebilecek bilgi birikimine sahip kişinin, Darwinistlerle ilmen mücadele etmekten kaçınması için hiçbir sebep kalmaz. Pasiflik ve acizlik göstermesine, garip bir eziklik duymasına, çekinmesine, tedirgin olmasına zemin hazırlayan tüm unsurlar ortadan kalkar. Salih bir Müslümana yakışacak şekilde, Darwinizm’e karşı açık, galibane bir fikri mücadele içinde olur. O zaman, Hz. Musa’nın asasının büyücülerin tüm hilelerini yutup yok etmesi gibi, ortaya konulan deliller, Darwinizm’in tüm aldatmacalarını etkisiz hale getirir. Ve Allah’ın izniyle, Rabbimiz’in Kuran’da bildirdiği gibi, hak açıkça ortaya çıkar ve inkarcılar büyük bir yenilgiye uğrarlar:
Böylece hak yerini buldu, onların bütün yapmakta oldukları geçersiz kaldı. Orada yenilmiş oldular ve küçük düşmüşler olarak ters yüz çevrildiler. (Araf Suresi, 118-119)
Şeytan, Müslümanları  Darwinizm’e Karşı Yürütülen Mücadeleden Alıkoymak İster
Dünya hayatında yaratılan imtihanın bir gereği olarak şeytan, sürekli olarak insanları Allah yolundan alıkoymak için uğraşır, müminleri güçsüzleştirip cansızlaştırmak, heyecanlarını ve şevklerini kırmak, böylece mücadele azimlerini azaltmak için tüm gücüyle çabalar. Şeytanın dünyadaki hedefi, boş kuruntu ve vesveseler fısıldayarak insanları içten içe aldatmak ve böylece yıkıma sürüklemektir. Kuran’da şeytanın bu yönde gösterdiği faaliyet, “Onları -ne olursa olsun- şaşırtıp-saptıracağım, en olmadık kuruntulara düşüreceğim…” (Nisa Suresi, 119) ayetiyle haber verilmiştir. Şeytan tüm insanlara olduğu gibi inananlara da çeşitli yollarla yaklaşmaya, hayırlı ve güzel olan şeyleri onlara şer gibi göstermeye çalışır. Bazı olayları çözümsüz gibi göstererek, yarı yoldan geri döndürmek, hayırlı işleri yarım bıraktırmak ister. Olayları zor göstererek, insanları yılgınlığa düşürmeye, ümitsizliğe sevk etmeye çabalar. Tembelliği teşvik ederek ağırdan almalarını, iradesizlik göstermelerini ister.
Şeytanın Müslümanları güçsüz düşürmeye çalıştığı konulardan biri de Darwinizm’e karşı yürütülen fikri mücadeledir. Darwinizm’i sözde bilimsel göstererek, fikren yenilmesi sanki mümkün değilmiş gibi telkinler vererek, Müslümanları yersiz korkulara düşürerek Darwinizm’le ilmi mücadeleden onları alıkoymak ister.
Ancak Kuran’da şeytanın tüm çabalarının ve hilesinin aslında son derece zayıf olduğuna dikkat çekilmiştir:
(Şeytan) Onlara vaadler ediyor, onları en olmadık kuruntulara düşürüyor. Oysa şeytan, onlara bir aldanıştan başka bir şey va’detmez. (Nisa Suresi, 120)
… Hiç şüphesiz, şeytanın hileli-düzeni pek zayıftır. (Nisa Suresi, 76)
İman sahiplerinin de bu gerçeğin bilincinde olup, şeytanın telkinlerinin kendilerini etkilemesine izin vermemeleri gerekir. Aklını ve vicdanını tam olarak kullanan kimse için Darwinizm’le ilmen mücadele etmekten kaçınmak söz konusu değildir. Tam tersine, salih bir mümin en etkili, en vurucu, en akılcı ve en hikmetli yöntemlerle, büyük şevk ve azimle bu mücadeleyi yürütür.
Müminler, Darwinizm’in yalanlarına karşı, Allah’ın varlığını ve birliğini anlatmakta, Allah’ın üstün yaratışının delillerini ortaya koymakta ve çok şerefli bir hizmet yapmaktadırlar. Bu nedenle, Darwinizm’le yapılan fikri mücadelede Müslümanlar, hayırlarda yarışmanın şevkiyle hareket etmeli, muhakkak üstün geleceklerini düşünerek azimli ve güçlü olmalı, Rabbimiz’in vaadini asla unutmamalıdırlar:
Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz. (Al-i İmran Suresi, 139)
Darwinizm’le ilmi mücadele etmekten kaçınanlardaki ortak psikoloji, Darwinizm’e karşı hissedilen bir tür eziklik duygusudur. Evrim teorisinin bilimsel bulgulara dayandığını sananlar, bilimsellik karşısında çaresiz olduklarını düşünürler. Evrimcilerin öne sürdükleri iddiaların, doğruluğu ispatlanmış verilerle desteklendiğini, dolayısıyla kendilerinin bunlara cevap vermelerinin neredeyse imkansız olduğunu zannederler. Cevap vermelerinin mümkün olmadığını sandıkları için de, daha en baştan “teslim olmayı” kabul ederler.
Oysa evrim teorisinin bilimsel bir teori olduğu yanılgısı, bu konuda yapılan yoğun propagandanın bir ürünüdür. Televizyon haberlerinde, gazete ve dergi yazılarında sürekli, evrimin ispatlanmış, reddedilmesi mümkün olmayan bir teori olduğu imajı verilir. Evrim teorisini savunmanın bilimi savunmak olduğu, evrimi reddetmenin ise bilime karşı gelmek olduğu izlenimi oluşturulur. Ancak bilimsel bulgular bu propagandanın tam tersini göstermektedir. Bilim, evrimi desteklememekte tam tersine çürütmektedir. Tarafsız olarak bilimi savunan bir insanın evrimi savunması da aslında mümkün değildir. Evrim teorisinin bu derece gündemde tutulması, bilimsel bir teori olması nedeniyle değil, materyalizmin ve dinsizliğin dayanak noktası olması nedeniyledir. Diğer bir deyişle, evrim propagandası bilimsel nedenlerle değil, ideolojik kaygılarla yapılmaktadır.
Bazı Müslümanların bilinçaltlarında “Darwinizm’le mücadele etmenin imkansız olduğunu” düşünmelerinin temelinde de bu yoğun propagandanın etkisi vardır. Bu propagandalar sonucu, hiçbir doğruluk payı olmadığı halde, evrime karşı çıkmanın bilime karşı çıkmak olduğu kanısı oluşur. Bilime karşı çıkmamak için de, bilimsel olduğu sanılan evrim teorisiyle İslamiyet arasında “orta bir yol” oluşturulmaya çalışılır. Ama aslında bu, Darwinizm’le fikri mücadele etmekten kaçınmak için bir yol oluşturmaktır.
Andolsun onlara; “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye soracak olsan, tartışmasız; “Allah” diyecekler. De ki; “Hamd Allah’ındır.” Hayır, onların çoğu bilmezler. (Lokman Suresi, 25)
Çünkü samimi olarak düşünen ve vicdanıyla hareket eden bir kişi, evrim teorisinin doğru olmasının mümkün olmadığını kolaylıkla anlayabilir. Son derece hassas bir düzene ve kusursuz bir mekanizmaya sahip olan canlılığın kör tesadüflerin eseri olması mümkün değildir. Darwinistler, bir avuç şuursuz atomun biraraya gelerek, yağmurların, rüzgarların, şimşeklerin, yıldırımların etkisiyle, düşünebilen, hissedebilen, sohbet edebilen, güzel bir manzara gördüğünde zevk alabilen, bir kedi yavrusuna şefkat duyabilen, yoksullara merhamet edebilen, yeni buluşlar yapabilen, senfoniler besteleyebilen, mimari eserler meydana getirebilen insanı var ettiğini iddia ederler. Bilinçsiz atomların, rengarenk çiçekleri, birbirinden lezzetli, çeşit çeşit meyveleri, her biri diğerinden farklı mükemmel sistemlere sahip hayvanları meydana getirdiğini söylerler. Oysa canlıların yapıları, arka arkaya gelen tesadüflerle oluşamayacak kadar kompleks ve mükemmeldir. Meydana gelmeleri, üstün bir akıl gerektirir. Ve elde edilen her yeni bilgi, canlıların üstün akıl ve güç sahibi bir Yaratıcı’nın yani Rabbimiz olan Allah’ın eseri olduğunu bir kez daha göstermektedir.
Ayrıca bilimsel yayınları takip eden bir insan da evrim teorisinin büyük bir çıkmaz içinde olduğunu açıkça görebilir. Bilimsel yayınlar, evrimci bilim adamlarının itirafları ve çelişkileriyle doludur. Pek çok evrimci, Darwinizm’in canlılığın oluşumunu açıklamasının mümkün olmadığını açıkça itiraf etmektedir. Üstelik sayısı gün geçtikçe artan birçok bilim adamı da, Darwinizm’in içinde bulunduğu durumun farkına vararak, yaratılış gerçeğini savunmaktadır.
Dolayısıyla, Darwinizm’le fikren, açık ve net bir şekilde mücadele etmekten çekinilmesi gereken hiçbir husus yoktur. Bilimin evrimi ispatladığını sandıkları için, bu konuyla yakından ilgilendiklerinde kendilerinin de bu telkinlerin etkisinde kalıp inançlarının sarsılacağından, dünya görüşlerinin değişeceğinden korkanların endişeleri yersizdir. Bilim Darwinizm’i değil, Yaratılış’ı göstermektedir. Darwinizm’in öne sürdüğü iddiaların her biri, yüzlerce bilimsel delille çürütülmüştür. Müslümanların yapması gereken, bu delilleri de kullanarak, Darwinizm’i fikren tam anlamıyla etkisiz hale getirmektir.
Darwinizm, Pasif ve Teslimiyetçi Bir Anlayışla Zararsız Hale Getirilemez
Bazı Müslümanlar, tamamen spekülatif yöntemlerle ve ideolojik sebeplerle yapılan evrim propagandalarını gözlerinde büyütüp, bununla baş edemeyeceklerini zannederek, şevkle ve heyecanla Darwinizm’le ilmen mücadele edeceklerine, pasif ve teslimiyetçi bir yol benimsemektedir.
Bu pasif ve teslimiyetçi tutumun en çirkin örneklerinden biri, daha önce de belirttiğimiz gibi, Darwinizm’i sözde Müslümanlaştırmaya çalışmaktır. Bu tutumlarını destekleyebilmek için de Sümer dönemi toplumlarından kalan putperest inançları kullanarak, alim olarak addettikleri kişilerin sözlerini aktarır ve “Din bunu anlatıyor” mesajı vermeye çalışırlar. Oysa bu açıkça, Darwinizm’le fikri mücadele etmekten kaçınmak için bir bahane yöntemidir. Pasif, teslimiyetçi mücadelenin çok çirkin bir yönüdür.
Bu kimseler, korkup fikren yenemeyeceklerini düşündükleri Darwinizm’e karşı bu yöntemi kullanarak, gizli mağlubane bir mücadele şeklini uygulamış olurlar. Oysa Allah’a kalpten inanan, O’nun üstün gücünü takdir eden bir Müslüman için bu mücadele şekli son derece küçük düşürücüdür. Salih bir Müslümanın mücadelesinin, pasif ve mağlubane olması mümkün değildir. “Biz de aynı şeyi savunuyoruz” mantığı ile Darwinizm’e karşı koymak söz konusu olamaz. Müslümanın iman ettiği gerçek, her şeyi Allah’ın yarattığı gerçeğidir. Dolayısıyla bir Müslümanın, Darwinistler ile aynı şeyi savunuyor olması mümkün değildir. Müslüman, Darwinizm’e karşı açık, galibane bir fikri mücadele içinde olmalıdır. Allah’tan gereği gibi korkan bir Müslümanın, Darwinizm ile aynı fikri ve ideolojiyi savunması mümkün değildir.
Darwinizm tehlikesinin farkına varamamış, onun Allah inancına karşı mücadelesini anlayamamış olan bu insanların, yanlış yöntemler uygulamak yerine bu konuda hiç yorum yapmamaları çok daha iyi olacaktır. Fikri mücadeleden korku duyup, güç yetiremedikleri konularda yanlış ve akılsızca metodlara başvurmak yanlış bir tutumdur. Evrim teorisi, ciddi şekilde karşı konulması ve tamamen ortadan kaldırılması gereken büyük bir tehlikedir. Bu büyük tehlikenin farkına varmayarak Darwinizm’e karşı yapılan fikri mücadeleye engel oluşturmak, büyük bir hata ve Allah’a karşı büyük bir sorumluluktur.
Darwinizm’i “Önemsiz” Görmek Ciddi Bir Yanılgıdır
Darwinizm’le yapılması gereken fikri mücadelenin önemi açıkça ortada olmasına rağmen, bazı kimseler halen, “Neden Darwinizm konusu bu kadar önemli?” diyerek kendilerince bu ilmi mücadeleyi küçümsemekte ya da “Zaten Darwin’e artık inanılmıyor, dolayısıyla bu konuda uğraşmaya gerek yok” gibi gerçekle çelişen mantıklar öne sürerek Müslümanların Darwinizm’le mücadelesini engellemeye çalışmaktadırlar. Bu ve benzeri iddialar, aslında Darwinizm’le fikren mücadele etmekten kaçınmak için öne sürülen mazaretlerdir.
Oysa Darwinizm, herhangi bir bilimsel tez değil, insanlara Allah’ı inkar ettirmek için kurgulanan ve savunulan bir düşünce sistemidir. Evrim teorisi ile materyalist felsefe, birbirini tamamlayan iki düşünce sistemidir. Eski Yunan’da doğan bu birliktelik, 19. yüzyılın ilkel bilim anlayışı içinde yeniden gündeme getirilmiş ve evrim teorisi materyalizme sözde bir destek oluşturduğu için -bilimsel olup olmadığına bakılmaksızın- materyalistler tarafından derhal kabul görmüştür.
Şu açık bir gerçektir ki, Darwinizm’in ve ondan dayanak bulan materyalist felsefenin yaygınlaşmasıyla birlikte, “İnsan nedir?” sorusuna sapkın cevaplar verilmeye başlanmıştır. Daha önceden bu soruya “İnsan, Allah’ın yarattığı ve O’nun öğrettiği güzel ahlaka göre yaşaması gereken bir varlıktır” cevabını veren insanların bir kısmı, pek çok aldatıcı telkin neticesinde, “İnsan rastlantılarla var olmuş, yaşam mücadelesiyle gelişmiş bir hayvandır”yanılgısına kapılmaya başlamıştır.
Evrim teorisi, tesadüfleri, zamanı ve cansız maddeleri ilah olarak kabul edip, bu güçsüz, bilinçsiz varlık ve kavramlara kendilerince yaratıcılık sıfatını vermektedir. Bir Müslüman böylesine putperest temellere dayalı bir teoriye asla sahip çıkmaz. İnançlı bir insan, Yaratıcımız olan Allah’ın herşeyi yoktan var ettiğine iman eder ve bu inanca karşı gelen her türlü fikir ve inançla ilmen mücadele eder.

Yaşanan çatışmaların, anarşi ve terörün temelinde, insanların sözde hayvan oldukları ve ayakta kalabilmek için acımasız olmaları gerektiği iddiasında olan Darwinizm vardır.
1. 19 Şubat 2001 tarihli Newsweek. “Terör Globalleşiyor”
2. 22 Mart 2004 tarihli Newsweek, “Avrupa’nın 11 Eylül’ü”
3. 15 Eylül 2004 tarihli Paris Match, “Masumların Katliamı”
4. 26 Nisan 1999 tarihli Newsweek, “Gözyaşları ve Terör”
Taraftarlarının propagandalarına aldanarak Darwinizm’in tehlikelerini göz ardı etmek ciddi bir hata olur. Darwinizm’in nasıl bir tehlike olduğunu kavrayamayan bir insan, bir müddet sonra bu sapkın ideolojiyi makul görmeye başlar. Darwinizm’i makul görmek ise ateizmi, dinsizliği, materyalizmi makul görmek demektir. Darwinizm’le ilmi mücadeleden kaçınmak da, ateizmle, dinsizlikle mücadeleden kaçınmak demektir. Elbete bu, inançlı bir insan için kabul edilebilir bir durum değildir.
Şunu unutmamak gerekir ki, dünyanın farklı köşelerinde binlerce Müslümanın, zavallı kadınların, çocukların, yaşlıların gördükleri zulmün, yaşadıkları acı ve sıkıntıların temelinde Darwinizm vardır. Yüzlerce masum insanın kanının dökülmesine, insanların tedirginlik, korku ve endişe içinde yaşamalarına neden olan terör, Darwinizm’in telkinleriyle beslenmektedir. Faşizm ve komünizm gibi geçtiğimiz yüzyıla damgasını vuran kanlı ideolojiler Darwinizm’den güç bulmaktadır. Pek çok toplumun yaşadığı ahlaki çöküntü, Darwinist propagandanın neticesidir.
Müslümanların sorumluluğu “yeryüzünde fitne kalmayıncaya kadar”ilmi mücadeleye devam etmektir. Günümüzün en tehlikeli ve ciddi fitnesi ise, Darwinizm’dir. “Darwinizm, bilim adamlarının konusudur, bizi ilgilendirmez” gibi yanılgılara kapılmak yerine Müslümanların yapması gereken, yeryüzünde büyük zulme neden olan bu ideolojiyi fikren etkisiz hale getirmektir. Aksi, zulme rıza göstermek anlamına gelebilir ki, samimi olarak iman eden hiç kimse böyle bir sorumluluğu üstlenmek istemez.
Bu Büyük Fikri Mücadeleden Kaçınmanın Sorumluluğu
Salih müminler, tebliğ sorumluluklarını büyük bir şevkle yerine getirir ve din ahlakının yayılması için çaba gösterirler. Bu esnada, din ahlakının yayılmasına ve yaşanmasına engel olan unsurları da tam olarak tespit edip, bunlara karşı etkin bir fikri mücadele verirler. Materyalizmin ve ateizmin sözde bilimsel dayanağı olan Darwinizm, günümüzde insanları din ahlakından uzaklaştıran en önemli harekettir. Bu nedenle de müminlerin Darwinist propaganda karşısında sessiz kalmaları son derece yanlış olur.

Hem Darwinizm’le fikren mücadele etmeyip, hem de dünyada yaşanan sıkıntılardan, Müslüman halkların çektiği çilelerden, toplumsal dejenerasyondan rahatsızlık duyduğunu söylemenin bir anlamı yoktur. Zira samimi olarak, zorluk ve sıkıntı içindeki Müslümanlara yardım eli uzatmak isteyenler, açlığa, yokluğa, adaletsizliğe kalıcı çözüm oluşmasını, çatışmaların son bulmasını, barışın hakim olmasını, Müslümanların dünyanın dört bir yanında sevgi ve saygı görmesini, kutsal değerlerimizin gereği gibi korunmasını talep edenler, Darwinizm’le ilmen mücadele etmek zorundadırlar. Çünkü Darwinizm yok olmadan, bu isteklerinin gerçekleşmesi mümkün değildir. Darwinizm ayakta kaldığı müddetçe, materyalizm ve ateizm etkinliğini devam ettirecek, insanlar da din ahlakından uzaklaşacaklardır. Din ahlakından uzaklaşılan ortamlarda ise yukarıda sayılan sorunların yaşanması kaçınılmaz olacaktır.
Nasıl ki sivrisineklerle mücadelede asıl olan sivrisinekleri üreten bataklığın kurutulmasıysa, toplumsal sorunların çözümü de Darwinizm’in fikren ortadan kaldırılmasıdır. İsteyen tek tek sivrisinekleri öldürmeye çalışabilir, ancak bataklık kurutulmadığı müddetçe bir kişi bütün gününü sivrisinekleri yok ederek geçirse de ertesi gün yeni sineklerle mücadele etmesi gerekecektir.
Adaletsizliklerin, fakirliğin, sosyal dengesizliklerin ortadan kaldırılması, çatışmaların son bulması gibi konularda tek tek çaba göstermek elbette gerekli ve önemlidir. Ancak köklü bir çözüm oluşabilmesi ve istenilen neticenin elde edilmesi için Darwinizm’in tam anlamıyla etkisiz hale getirilmesi şarttır. Darwinizm’in fikren yok edilmesiyle, bu sorunlar da doğal olarak ortadan kalkacaktır, çünkü bu sorunları oluşturan fikri temel yıkılmış olacaktır.

Dünyanın dört bir yanında, Müslümanların yaşadıkları acı ve sıkıntılara çözüm oluşturmak, tüm iman edenlerin sorumluluğudur. Ancak, kalıcı bir çözüm oluşturmak için sivrisineklerle tek tek mücadele etmek yerine bataklığı kurutmak gerekir. Tüm dünyada acı, gözyaşı ve sıkıntıya neden olan bataklık ise Darwinizm’dir.
İşte tüm Müslümanların bu bilinçle, Darwinizm’e karşı ilmi mücadele etmenin ne kadar büyük bir sorumluluk olduğunu bir kez daha düşünmeleri gerekir. Allah Kuran’da, bir özrü olmaksızın oturanlar ile tüm imkanlarını seferber ederek çaba gösterenlerin Allah Katında alacakları karşılığın bir olmadığını haber vermiştir:

Müminlerden, özür olmaksızın oturanlar ile, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cehd edenler (çaba harcayanlar) eşit değildir. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cehd edenleri (çaba harcayanları) oturanlara göre derece olarak üstün kılmıştır… (Nisa Suresi, 95)


Elbette salih müminler, Allah’ın rızasının en fazlasına taliptirler. Bu nedenle de tüm imkanlarını kullanarak dinsizliğe ve dinsizliğin dayanak noktası olan Darwinizm’e karşı fikren mücadele etmekle yükümlüdürler.
Kuran’da, “Gerçek şu ki, inkar edenler, (insanları) Allah’ın yolundan engellemek için mallarını harcarlar; bundan böyle de harcayacaklar…” (Enfal Suresi, 36) ayetiyle, inkarcıların dinsizliği yaymak için sürekli çaba göstereceklerine işaret edilmiştir. İnkarcıların gösterdiği bu çaba karşısında inançlı insanların tepkisiz kalmaları, tehlikeyi görmezden gelmeleri, pasifliği tercih etmeleri, çekingen davranmaları kabul edilemez. Üzerlerindeki büyük sorumluluğun farkına varan salih Müslümanlar, Darwinizm tehlikesine karşı atak, aktif ve cesur bir fikri mücadele içine girer, çeşitli mazeretler öne sürerek asla bu ilmi mücadeleden kaçmaya çalışmazlar. Zira, böyle bir mücadeleyi göz ardı etmenin, ahiretteki sorumluluğunun büyük olabileceğinin bilincindedirler.
 Darwinizm’le Fikri Mücadele Birlik Olmayı Gerektirir
Böyle kapsamlı bir ilmi mücadelenin etkili olabilmesi için Müslümanların birlik ve beraberlik ruhu içinde hareket etmeleri büyük önem taşımaktadır. Allah Kuran’da Müslümanların inkar ahlakına karşı verecekleri fikri mücadelede birlik olmaları gerektiğini bildirmiştir. Bir ayette, Müslümanların birlik içinde hareket etmemeleri durumunda yeryüzünde bozgunculuk çıkacağı şu şekilde haber verilmiştir:
İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur. (Enfal Suresi, 73)
Dinsizlik dünyanın pek çok bölgesinde yaygınken, terör ve anarşi tüm insanları tehdit ederken, pek çok mazlum ve masum insan, zulüm ve baskı altında ezilirken samimi olarak iman edenlerin yapması gereken tüm imkanları sonuna kadar kullanıp Darwinizm’le fikren mücadele etmektir. Zira, dinsizlik ve ateizmin dayanak noktası Darwinizm’dir. Müslümanların aralarındaki düşünce farklılıklarını öne sürerek birlik sağlayamamaları, yapılması gereken bu büyük ilmi mücadelede güçlerinin azalmasına neden olacaktır. İçinde bulunulan koşullar görüş ayrılıklarını bir kenara bırakıp, din ahlakının yayılması için ittifak etmeyi zaruri kılmaktadır.
Allah Kuran’da müminlere “çekişip birbirlerine düşmemelerini” (Enfal Suresi, 46) emretmekte ve bunun Müslümanları zayıflatacak bir durum olduğunu bildirmektedir. Bir başka ayette de şu şekilde emredilir:
Kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra, parçalanıp ayrılan ve anlaşmazlığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azap vardır. (Al-i İmran Suresi, 105)
Bazı iman edenlerin dinsizliğe karşı yürütülen fikri mücadelede ittifak sağlayamamalarının temelinde, Allah’ın emrettiği ahlakı gereği gibi yaşamıyor olmaları vardır. Bu ahlak tevazuyu esas alır. Tevazudan uzaklaşanlar, kendilerini ve kendi fikirlerini mutlak doğru olarak görür, kendilerinden farklı düşünenleri küçümser ve onlara öfke duyarlar. Kendi görüşlerinin mutlak doğru olduğundan hiç kuşku duymadıkları için, kendilerini hiçbir zaman sorgulamaz ve dolayısıyla daha iyiye, daha doğruya gidemezler. Yalnızca kendi fikirlerinin duyulmasını, yayılmasını, anlatılmasını isterler. Aynı uğurda çaba gösterenlere destek vermez, bu çabaları görmezden gelirler. Çoğu zaman kendilerince diğerlerinin çalışmalarını ve faaliyetlerini küçümser, hatta bu çalışmaları engelleyici tavırda dahi bulunabilirler. Sadece kendi yorumunu beğenip bununla övünenlerin durumuna Kuran’da, “… onlar, işlerini kendi aralarında (farklı) kitaplar halinde böldüler; her bir grup, kendi ellerinde olanla yetinip sevinmektedir.” (Müminun Suresi, 53) ayetiyle dikkat çekilmiştir.
Bu, Allah’tan korkup sakınanların ve ahiret gününde hesap vereceğine iman edenlerin şiddetle sakınıp korunmaları gereken bir durumdur. Bu konunun önemini fark edenlerin, diğer müminleri de bu hataya düşmekten sakındırmaları, Müslümanların Kuran ahlakında ve dinsizliğe karşı yürütülen fikri mücadelede ittifak etmelerini sağlamak için gayret etmeleri gerekmektedir.
Darwinizm’e karşı yürütülen ilmi mücadelede her Müslüman sorumluluk üstlenmelidir. Tüm Müslüman sivil toplum kuruluşları, organizasyonlar, vakıflar ve dernekler ortak bir şuurla hareket etmeli, “Bu bizim organizasyonumuzun çalışması değil” ya da “Bu bizim vakfımızın eseri değil” diye düşünmeden, Darwinizm’le mücadeleye katkıda bulunmalıdır. Mensup olduğu vakfın, derneğin, organizasyonun çalışmaları dışındaki tüm çalışmaları göz ardı etmek,“Bizim camiamızdan değil, o nedenle fikrine de önem vermeyiz” mantığında olmak, Müslümanlara hiç yakışmayan bir yaklaşımdır.
Dünyanın dört bir yanında Müslümanların içinde bulunduğu sıkıntılı durum, yaşanan çatışmalar, çekilen acılar, anarşi ve terörün neden olduğu korku ve endişe ortamı din ahlakının yayılmasına acil ihtiyaç duyulduğunu göstermektedir. Bu koşullar altında çeşitli bahaneler öne sürerek Darwinizm’le fikren mücadele etmekten kaçınmak, birlik ve beraberlik ruhuyla hareket etmemek hem dünyada hem de ahirette sorumluluğu olan bir davranış olabilir. Samimi Müslümanların bu hataya düşmekten sakınması son derece önemlidir.
Darwinizm’e Karşı Yürütülen Fikri Mücadeleyi Görmezden Gelmemek
Darwinizm’e karşı fikren mücadele etmekten kaçınanlar, Darwinist tehlikeyi tam anlamıyla kavrayamadıkları gibi, yapılan fikri mücadeleyi de görmezden gelmeye çalışmaktadırlar. Oysa özellikle ülkemizde son 20 yıldır Darwinizm’e karşı çok kapsamlı bir ilmi mücadele verilmektedir. Bu ilmi mücadele, dünya çapında da etkisini göstermektedir. Örneğin, evrimci yayınlarıyla tanınan National Geographic dergisinin Kasım 2004 sayısının İngilizce ve Almanca baskısında, “Was Darwin Wrong?” (Darwin Yanılmış mıydı?) başlıklı kapak haberi yer almıştır. Bu haberde evrim teorisinin yanılgılarını ortaya koyan kişi ve gruplara dikkat çekilirken, Harun Yahya ve çalışmalarından da bahsedilmiştir. Harun Yahya’nın çalışmalarının Darwinist çevrelerde büyük rahatsızlık meydana getirdiğini açıkça ortaya koyan bu haberde, şu ifadelere yer verilmiştir:
Kuran’da bildirildiği gibi evrenin altı günde yaratılmış olduğunun belirtildiği Evrim Aldatmacası kitabının yazarı İslami yaratılışçı Harun Yahya, evrim teorisini şöyle tanımlıyor: Bu teori, dünya sistemini yönlendiren güçler tarafından bizlere empoze edilmeye çalışılan bir aldatmacadan başka birşey değildir.
Kasım 2004 National Geographic
National Geographic dergisinde Darwinizm’e karşı yürütülen fikri mücadeleyle ilgili yer alan haber
22 Nisan, 2000 New Scientist
Bu haberde Harun Yahya “uluslararası bir kahraman” olarak nitelendirilmiştir.
Dünyaca ünlü New Scientist dergisi ise, 22 Nisan 2000 tarihli haberinde şu yorumu yapmıştır:
Harun Yahya uluslararası bir kahraman haline geldi. Kitapları İslam dünyasının dört bir yanına dağılmış durumda.
Bir diğer ünlü bilim dergisi Science 18 Mayıs 2001 tarihli sayısında yayınlanan Robert Koenig imzalı ve “Creationism Take Root Where Europe, Asia Meet” (Avrupa ile Asya’nın Buluştuğu Yerde Yaratılışçılık Kökleniyor) başlıklı yazıda da, Harun Yahya’nın evrim teorisinin aldatmacalarına karşı yaptığı bilimsel mücadeleye, Evrim Aldatmacası isimli kitabın uluslararası başarısına ve Türkiye’deki evrimcilerin çaresizliklerine geniş yer verilmiştir. Yazıda evrim teorisini bilimsel anlamda çürütmeyi hedefleyen bu geniş çaplı akademik hareketin “Kuzey Amerika dışında, dünyanın en kuvvetli anti-evrimci hareketi” olduğunun ve “diğer Müslüman ülkelere de hızla yayıldığının”altı çizilmektedir.
Yazıda üzerinde durulan bir diğer konu ise Evrim Aldatmacası kitabının uluslararası başarısı ve bazı Türk evrimci bilim adamlarının “bu kitapların ülkenin bazı bölgelerinde okullarda okutulan ders kitaplarından daha etkin olduğundan şikayet ettikleri” şeklindedir. Türk evrimcilerin endişeleri makalede “… Buradaki birçok (evrimci) bilim adamı, evrimcilerin kamuoyu nezdinde Türk yaratılışçılarının karşısında itibar kaybetmelerinden endişe duyuyor” cümleleriyle yer almıştır.
Darwinizm’e karşı yürütülen büyük ilmi mücadelenin etkisini yansıtan bir diğer örnek de, Amerikan Ulusal Bilim Eğitimi Merkezi (NSCE)’nin yayınladığı dergide yer alan haberdir. Amerikan Bilimler Akademisi tarafından desteklenen dergi, aslen evrim taraftarı olmasına rağmen, Kasım-Aralık 1999 tarihli sayısını, Harun Yahya’nın evrim teorisinin çöküşü konulu çalışmalarına ayırmıştır. “Islamic Scientific Creationism in Turkey” (Türkiye’de İslami Bilimsel Yaratılışçılık) başlığıyla kapaktan verilen haberde, yapılan çalışmalar detaylı olarak incelenmiştir.
VE YIL 2007….







Harun Yahya’nın muhteşem eserinin çok sayıda örneğinin, Fransa’da birçok ünlü politikacı, bürokrat, akademisyen, sanatçı, bilim adamı ve önde gelen kişiye tanıtım amacıyla ücretsiz olarak gönderilmesi, Fransa’nın, Darwin’in teorisine körü körüne sahip çıkan kesiminde, kendi ifadeleri ile “ideolojik bir deprem” etkisi yarattı…
Fransız bilim sitesinde yapılan “Evrim Konusundaki Düşünceleriniz” başlıklı anket sonuçlarına göre halkın %92′si evrime inanmıyor 

Fransız Science Actualités sitesi, Fransa’da “Yaratılış Atlası”nın 1. cildinin dağıtımından sonra meydana gelen büyük etkinin ardından Charles Darwin International Enstitüsü’nden Patrick Tort ile bir röportaj yapmış ve halka açık bir anket düzenlemiştir.
Bu anketin sonuçlarına göre Fransa’da da Darwinizm’in sonunun geldiği anlaşılmıştır. Anket, halkın %92′sinin “insanların evrimin bir meyvesi olmadığına” inandığı ortaya çıkmıştır.
Halkın %5′i “insanlarla maymunların ortak bir atadan geldiği“ne inanırken, sadece %1′i “insanların, maymunlardan evrimleştiği“ne inanmaktadır…
Uzun zamandır evrime yapılan “en göz kamaştırıcı görünümlü saldırı” : Bu, son haftalarda kendilerine Yaratılış Atlası gönderilen Avrupalı bilim adamlarının ortak görüşü…

İslami Yazar Darwinizmi Eleştiriyor
8 Haziran 2007 tarihinde düzenlenen basın toplantısında, Sayın Adnan Oktar (Harun Yahya), fosil kayıtlarının Evrim Teorisini nasıl çökerttiğinden, toplum ve politika üzerindeki Darwinizmin etkilerinden, “Yaratılış Atlası”‘nın Türkiye ve tüm Avrupa üzerindeki sonuçlarından, kendi hayat hikayesinden ve geniş yelpazedeki bir çok konudan bahsetti. Bu basın toplantısıyla ilgili Reuters’in haberini burada okuyabilirsiniz…
La Provincia di Sondrio:
Darwin, Acı Çeken bir Ateist mi?

La Provincia di Sondria gazetesinin 1 Haziran 2007 tarihli haberindeİtalya’nın en aktif evrimcilerinden biri olan Telmo Pievani ile yapılan bir röportaja yer verildi. Pievani, kendisine sorulan bir soru üzerine, Harun Yahya’nın İtalyanca baskısı yayınlananYaratılış Atlası isimli eserinin de İtalyan halkı üzerinde büyük etki oluşturduğuna dikkat çekti…
 

Almanya’nın en büyük gazetelerinden biri olan Die Welt’in 20 Haziran 2007 tarihli sayısında “Evrime Karşı Kuran’la mücadele” başlıklı büyük bir haber yer aldı. Haberde özetle şu ifadeler yer alıyordu:

Adnan Oktar Darwinizm’e karşı amansız bir kampanya başlattı. Faşizmin ve terörizmin köklerinin evrim teorisine dayandığı görüşünde olan Müslüman yazar Darwin’in teorisini çürütmek için tüm Avrupa’ya Yaratılış Atlası’nı dağıtıyor…

“Türkiye, Harun Yahya sayesinde, dünya yaratılışçılığının merkezidir”
Orta Asya, Kafkaslar, Rusya, Ortadoğu ve Güneydoğu Asya’da yaşanan siyasi, ekonomik, çevresel ve sosyal gelişmeleri inceleyen, New York merkezli çok büyük bir sivil toplum kuruluşu olan Eurasianet‘in internet sitesinde Nicholas Birch imzalı bir analize yer verildi. Türkiye, İran ve Ortadoğu uzmanı yazar Birch’ün 24 Mayıs 2007 tarihli “Türkiye: Yaratılışçılığın Orta Doğu Merkezi” başlıklı analizinde Adnan Oktar’ın yaratılış gerçeğini anlatan çalışmalarının dünya üzerindeki etkisi ele alındı…
 

 
Stern‘den Yaratılış Atlası’na Övgü

Stern: “Gör Gürültüsü Gibi Patlayan Bir Kitap”
Darwin’e karşı Allah’ın adıyla mücadele
Muhteşem bir takdim ve taraflı bir içerik: Yaratılış Atlası
Yaratılış Atlası’nın birinci cildi…
Gök gürültüsü gibi patlayan bir kitap…
Kıpkırmızı bir cilt, standart A3 formatında ve 768 sayfa!
Son derece ihtişamlı renklerde…
Neredeyse yedi kilo ağırlığında…
Bakar bakmaz anlaşılıyor: Bu kitap bambaşka!..








“Darwin’e meydan okuyan muhteşem eser”
Svenska Dagbladet, İSVEÇ

«Milyonlarca e-mail çok küçük maliyetlerle tüm dünyayı baştan başa dolaşabilmekteyken, bir grup yaratılışçı İslamcı, bu metodun tam tersini seçti. Onlar şimdi kitaplar basarak, Avrupa’da birçok bilim adamına, yazarlara ve okul çalışanlarına yolluyorlar. Bu kitapların gönderildiği yerlerden birisi de İsveç Dagbladet gazetesi.
768 sayfalık, renkli ve 5 kg ağırlığında olan bu muhteşem kitap, fosil kaynaklarında bulunan canlıların hiç evrim geçirmediklerini, milyonlarca yıl boyunca hiçbir türün değişime uğramamış olduğunu, böylelikle Darwinizm’in çöktüğünü ileri sürüyor. ..
HARUN YAHYA’NIN YARATILIŞ ATLASI’NIN AVRUPA’DA ETKİSİNİ
GÖSTEREN HABERLERDEN ÖRNEKLER
2 şubat 2007 tarihli Le blog d’Yves Daoudal kişisel sitesi Yaratılış Atlası ile ilgili haberi “Darwinist Panik” başlığı ile vermiştir.
Belçika’da yayınlanan A Voix Autre isimli gazetede Harun Yahya’nın Yaratılış Atlası isimli eserinin Fransa’da oluşturduğu etki, “Kulisler arkasında yaşanan panik!” ve “Yaratılışçı literatür hiçbir dönemde bu kadar güçlü olmamıştı” ifadeleriyle yer almıştır.
Le Nouvel Observateur dergisi, Yaratılış hareketinin en önemli temsilcisi olarak, “uluslararası Harun Yahya yayınlarının da katkısıyla Harun Yahya’nın kendisidir,” açıklamasında bulunmuştur.
Science dergisi, 16 Şubat 2007 tarihli sayısında, Fransa’ya ve tüm diğer ülkelere gönderilen Yaratılış Atlası ile ilgili,“Uzun zamandır evrime yapılan ‘en göz kamaştırıcı görünümlü saldırı’: Bu, son haftalarda kendilerine Yaratılış Atlası gönderilen Avrupalı bilim adamlarının ortak görüşü,” yorumunu yapmıştır.
3 Şubat 2007 tarihli Le Monde gazetesi Yaratılış Atlası’nı “benzersiz bir eser” şeklinde yorumlamıştır.
Hollanda’da yayın yapan Radio Netherlands’ın internet sitesinde yer alan Nicolien Den Boer’in makalesinde“Yaratılış Atlası tüm Avrupa’da büyük bir tufan oluşturdu” ifadesi yer aldı.
2 Şubat 2007 tarihli Le Figaro gazetesinde “İslami yaratılışçılığın Fransa’ya hücumu” başlıklı bir haber yer aldı.
3 Şubat 2007 tarihli Le Monde gazetesinde “Yaratılışçılar Fransız okullarına doğru atağa geçti” başlıklı bir haber yer aldı.
6 Şubat 2007 tarihli La Liberation gazetesinde “Harun Yahya Türkiye’de yaratılışçılığın en büyük savunucusu  (şampiyonu)” olarak tanınıyor.
5 Şubat 2007 The Washington Post gazetesi Yaratılış Atlası’nın etkisini “Darwinizm’e karşı çoşkulu bir atak”olarak tanımlıyor.
İtalyan-Fransız işbirliği ile hazırlanmış olan www.bellaciao.org isimli haber sitesinde, 9 Şubat 2007 tarihinde, dünya üzerinde Yaratılışı savunan hareketlerle ilgili bir haber yer aldı. Haberde Darwin’in teorisini (çatışmaya cesaret veren ve değerli kılan tek felsefe) geçersiz ilan eden Harun Yahya (Türk, gerçek ismi Adnan Oktar), evrim teorisini reddetmenin çok daha ötesine geçiyor”. deniyordu.
Tanınmış Amerikalı gazeteci Doug Ireland kişisel sitesinde “İslami yaratılışçılık Fransa’yı istila etti” başlığıyla bir haber yayınladı.
Gaullisme isimli bir Fransız siyasi sitesinde, 3 Şubat 2007 tarihinde yer alan haberde “… Yaratılışçılığın en aktif tebliğcisi « uluslararası Harun Yahya yayınları» nın da gücüyle, kesin olarak Harun Yahya’dır.” deniyordu.
Le blog des bactéries et de l’évolution isimli kişisel bir evrim temalı sitede, 8 ve 9 Şubat 2007 tarihlerinde, iki haber yayınlandı. Haberde Yaratılış Atlası için şu ifade yer alıyor: “Kur’an ayetlerinden geniş alıntılar kullanan bu koca savaş gemisi”
Belçika’nın en önemli gazetelerinden biri olan Le Soir’ın 5 Mart 2007 tarihli sayısında Harun Yahya’nın Yaratılış Atlası isimli eserinin dünya çapındaki etkisini ele alan bir haber yer aldı. “Kırmızı bir kitap Darwin’in tezini reddediyor” başlıklı haberde Harun Yahya’nın çalışması “dahiyane bir girişim” olarak tarif ediliyor.
Liege Üniversitesi’ninden Prof. Bernard Rentier’nin kişisel sayfasında şu yorumlarda bulunuyor: İçerik şaşırtıcı, ama etkileyici. Bu kuşatmanın, atlasın tüm dünyaya dağıtılmasının, ardından oluşacak etkiyi düşünmeye insan cesaret dahi edemiyor…”
Polonya’da yaratılışı savunan Polskie Towarzystwo Kreacjonistyczne isimli organizasyon, internet sitesinde, “Bazı ülkelerde yazarın kitaplarının okul kitaplarından daha nüfuzlu olduğu” belirtilmektedir.
23 Mart tarihinde Polonya’nın internet dergisi olan Interia.pl‘da, Harun Yahya’nın Yaratılış Atlası eseri ile ilgili olarak“Anti-darwinist eğitim kitabı otoriteleri şok etti” başlıklı haber yer almıştır.
‘Glos Nauczycielski’ isimli internet haber sitesi Belçika Milli Eğitim Bakanlığının bir kitaptan duyduğu korkuyu“Antidarwinist kitap Belçika okullarını vurdu” başlığıyla haber yapmıştır.
Dziennik Online isimli haber sitesi Belçika’nın yaratılış düşüncesine gösterdiği tepkiyi sayfalarında haber yapmıştır. Belçika otoriteleri ise “kitabın acilen toplatılması gerektiğini söylüyorlar.”
İsviçre’nin en büyük gazetelerinden biri olan Le Matin‘de, 2 Mayıs 2007 tarihinde yayınlanan haberin başlığı şu şekildeydi: “Avrupa’da propaganda tam rayına oturmuş: olağandışı bir Atlas tüm İsviçre’yi istila etti!”
Liège Üniversitesinin aylık dergisinde, 15 Mayıs 2007 tarihinde “Şaşırtan bir Yaratılışçılık örneği: Türk bir eser evrimi tartışmaya açıyor!” başlıklı bir haber yer aldı.
Almanya’nın en büyük gazetelerinden biri olan Die Welt’in 20 Haziran 2007 tarihli sayısında “Evrime Karşı Kuran’la mücadele” başlıklı büyük bir haber yer aldı. Haberde “Paris Eğitim Bakanlığı dehşete kapılarak kitabın derslerde okutulmaması yönünde çağrıda bulundu.” şeklinde bir ifade yer aldı.
20 Şubat 2007 tarihinde Almanya’da “hpd-online.de” isimli bir haber sitesinde Yaratılış Atlası ile ilgili bir haber yer aldı. Haberde Fransa ve Benelüks ülkelerine gönderilen eserlerin oluşturduğu panik ifade edildi.
Amerika’dan yayın yapan, www.newsmax.com isimli büyük bir haber sitesinde, 22 Kasım 2006 tarihinde, “Türkler: Ateizm “Terorizmin Kökenidir” başlıklı bir haber yer aldı. Haberde şu ifade yer aldı: “Bu, Amerikan yaratılışçıların hayal dahi edemeyeceği kadar etkili”
Belçika’da yayınlanan La Libre Belgique gazetesinin 23 Mart 2007 tarihli sayısında “Evrim teorisini büyüyen bir başarıyla reddeden bir yazardır…” şeklinde bir ifade yer aldı.
Irish Independant, Kevin Myers, 9 Mart 2007: “Harun Yahya’nın Global Yayınevinden çıkan Yaratılış Atlası adlı kitabı, belki de bu yıl, şu ana kadar olan en olağanüstü olaydır….”
İsviç’te yayınlanan Svenska Dagbladet isimli gazetenin 4 Mart 2007 tarihli sayısında, Carl-Johan Bilkenroth tarafından hazırlanan haberde Atlas’tan «Darwin’e meydan okuyan muhteşem eser» ifadeleriyle bahsedildi
4 Haziran 2007 tarihinde, İtalya’nın en büyük gazetesi olan Corriera della Sera’daki Yaratılış atlası konulu haberde şu ifade yer aldı: “Yaratılış Atlası’yla işgal eden İslam kaynaklı yaratılışçılar arasında bir yarış başladı. İkisinden hangisinin üstün geleceğini bilemiyoruz, ama kesin olarak bildiğimiz şey bizim kaybedenler olacağımız…”
Armenews isimli haber ajansının internet sitesinde 18 Nisan 2007 tarihinde yer alan haberde, “Türkiye’de evrime karşı verilen mücadele hemen hemen kesin zaferle sonuçlanmış görünüyor.” İfadesi yer aldı.
Dragor isimli İtalyanca bir evrim taraftarı sitede ise “Darwin elveda?” başlıklı bir yorum yer aldı. Yaratılış Atlası’nın Fransa ve İtalya’da oluşturduğu etkiyi karşılaştıran yorumda, Harun Yahya’nın öncülüğünü yaptığı İslami Yaratılışçılığa engel olmanın pek mümkün olmadığı, “Fransa daha ne kadar dayanabilecek?” sözleriyle vurgulandı.
DARWINİST DÜNYA GÖRÜŞÜ ARTIK ÇÖKMÜŞTÜR
Kuran’da ” … yeryüzünde bozgunculuğu önleyecek fazilet sahibi kişiler bulunmalı değil miydi?…” (Hud Suresi, 116) ayetiyle yeryüzünde huzurun ve düzenin bozulmasına sebep olan unsurlara karşı fikren mücadele etmenin önemine işaret edilmektedir. Günümüzde insanlığın huzurunu bozan, güvenlik ve barış ortamının yaşanmasına engel olan akımların temelinde Darwinizm vardır. Samimi Müslümanların da bu gerçeğin bilincinde olmaları, bu tehlikeyi göz ardı etmek yerine, tüm imkanlarını seferber ederek bu tehlikeyi fikren ortadan kaldırmak için gayret etmeleri gerekir.
Bilimsel olarak çökmüş olan Darwinizm’in materyalistler ve ateistler tarafından, inançsızlığın propagandası olarak kullanıldığı ve bu nedenle savunulduğu açık bir gerçektir. Neden Darwinizm’le ilmen mücadele edildiğini anlayamayanların öne sürdükleri mazeretler ve bahaneler, bu gerçeği değiştirmemektedir.
Darwinistlerin dünyayı nasıl gördüklerini ve nasıl bir dünya istediklerini, evrimci zoolog Richard Dawkins’in şu sözleri bir kez daha gözler önüne sermektedir:
Kör fiziksel güçlerin ve genetik kopyalamanın dünyasında, bazı insanlar acı çekecek, bazı insanlar da daha iyi yaşayacaklardır. Ve bunun herhangi bir düzeni ya da nedeni veya adaleti yoktur. İçinde yaşadığımız evren, tam da olmasını umduğumuz özelliklere sahiptir ve bunun temelinde herhangi bir tasarım, amaç, iyilik veya kötülük yoktur, sadece kör ve acımasız bir farksızlık vardır.
Dawkins’in sözlerinde de görüldüğü gibi, Darwinist dünya görüşü, hayatın kör tesadüflerin ürünü olduğu, insanın her ne pahasına olursa olsun hayatını devam ettirmek dışında bir amacı olmadığı yalanını telkin etmektedir. Bu batıl telkinlere göre, bazı insanların acı içinde yaşaması doğaldır, dolayısıyla bu insanlara yardım ederek doğanın düzenini bozmanın bir anlamı yoktur. Adalet beklemenin veya adil davranmanın da bir manası yoktur. Evrimcilerin yanılgılarına göre evren, nasıl olduğu belli olmayan bir şekilde meydana gelmiştir, önemli olan insanların bu evrende neden ve niçin var olduklarını düşünmeleri değil, hayatta kalmak için acımasız olmalarıdır. Herşeyin sözde tesadüflerin eseri olduğu bu ortamda, varlığının hiçbir amacı olmayan insan, vahşi hayvanlar gibi çatışmalı, kavga etmeli, diğerlerine saldırmalı, kendisinden başka hiç kimseyi düşünmemelidir.
Hiç şüphesiz bu sapkın mantığın, ahirette hesap vereceğini bilerek hareket etmeyi, güzel davranışlarda bulunmayı, Allah’a karşı sorumlu olduğunu unutmamayı, sabretmeyi, insanlara değer vermeyi, fedakar olmayı, mütevazi davranmayı emreden İslam ahlakıyla bağdaştırılması hiçbir şekilde mümkün değildir. Buna rağmen Darwinizm’le İslam’ı bağdaştırmaya çalışanlar, materyalistlerin ve Darwinistlerin sinsi bir oyununa alet olmaktadırlar. Samimi Müslümanların, geçmişte bu oyuna aldanmış olsalar bile, gerçeklerin farkına varmaları ve böyle bir aldanışın ne kadar tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini kavramaları gerekir.
İçinde bulunduğumuz dönem, Darwinizm’den güç bulan ideolojilerin sebep olduğu acılar ve sıkıntılarla dolu zor bir dönemdir. Darwinizm’e karşı yürütülen ilmi mücadele vesilesiyle, bu dönem yakın gelecekte Allah’ın izniyle son bulacak ve tüm insanlık bu büyük beladan kurtulmanın huzurunu ve rahatlığını yaşayacaktır. Rabbimiz, Kuran’da nurunu muhakkak tamamlayacağını vaat etmiştir:
Ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kafirler istemese de Allah, Kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor. (Tevbe Suresi, 32)
Materyalistler ve ateistler de ne kadar din ahlakının yayılmaması için gayret etseler, ne kadar kendilerince Allah’ın nurunu engellemeye çalışsalar da, dünya görüşlerinin temeli olan Darwinizm artık çökmüştür. Din ahlakının yayılmaması için gösterdikleri uğraşın hiçbir dayanağı kalmamıştır. Bu gerçek gün geçtikçe daha çok insan tarafından görülmekte ve dünyanın dört bir yanında insanlar imana ve din ahlakına yönelmektedir. Allah’ın dilemesiyle pek yakında insanlar akın akın hak din ahlakına yönelecekler ve Rabbimiz’in vaat ettiği gibi, Allah’ın nuru tüm yeryüzüne hakim olacaktır.
İman edenlerin sorumluluğu ve duası ise, inkara karşı yürütülen ve inşaAllah başarıyla neticelenecek olan bu büyük fikri mücadelede, tüm imkanlarıyla hakkın yanında olmak, hak için gayret etmektir. Temennimiz, kendilerince İslam’la Darwinizm arasında orta bir yol bulmaya çalışanların da, bu sorumluluklarını unutmamaları ve seçtikleri hatalı yoldan bir an önce vazgeçmeleridir.